Cilt 8
SEVGİLİ
PEYGAMBERİM
CİLT 8
Kureyş kâfirleri, hicret etmiş mü'minlerin
Mekke'de kalan mal ve mülklerine el koymuş vermiyorlar. Az sayıdaki Mekkeli
müslüman, tam bir ateş çemberi içinde. Müşrikler, bunlara eziyet üstüne eziyet
yapıyor; hatta ev ve eşyalarını bile tahrip ederek kullanılamaz hâle
getiriyorlar...ama buna rağmen kâfirler için asıl hedef, Mekke'den çıkamamış bu
bir avuç garip mümin değil; onlar için düşman ve tehlike Medine. "Medine"
denince tüyleri diken diken oluyor. Biliyorlar ki Medine, gün gün
devleşmektedir...bu tehlikeyi yerinde ve daha büyümeden boğmak lâzım. Bunun için
Medineli yahudiler kışkırtılıyor; Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem'i ortadan kaldırma planları tezgâhlanıyor, savaşlar
tasarlanıyor.
Ancak "savaş" para demek. Parayla savaşılır;
parayla zafer kazanılır...öyle zannediyorlar. O halde bir büyük savaşı
karşılayacak para nasıl bulunacaktır?
...düşünülen çare şudur:
Ev ev bütün Mekke'den para, eşya veya hayvan
ne varsa toplanarak Şam'a büyük bir ticaret kervanı gönderilecektir. ihraç
edilerek orada satılan emtia bedeli ile Şam'dan ithal edilip Mekke'de nakde
çevrilecek mallardan elde edilecek para, müslümanlarla yapılacak muharebeye
harcanacaktır. Başta Mahzumoğulları, Abdi Menafoğulları, Ümmeyye bin Halef, Ebu
Cehil olmak üzere kadın-erkek bütün Kureyş'in iştirak ettiği ellibin dinar
sermayeli, bin develik bir kervan kısa zamanda hazırlanarak Şam yoluna
girdi.
Eşrafdan Mahreme bin Nevfel ve Amr bin Âs da
kervanda.
Müşrik kervanına otuz kadar silahlı muhafız
eşlik ediyor.
Şam'ın Gazze Pazarı'na gitmekte olan bu
kervanın reisi Mekkeli seçkinlerden Ebû
Süfyan..
...tam ismi ile Sahr bin Harb. Ebû Süfyan ve
Ebû Hanzala iki ayrı künyesi. Amr bin Âs; bu dahi
insan gibi o da ileride islâmla ve ayrıca Ümmi Habibe radıyallahü anha
anneciğimizden dolayı Resulullah'ın kayınpederi olmakla şereflenecek ve küffar
orduları-na karşı yaptığı cihadlardan birinde bir gözünü ve diğerinde de öbür
gözünü kaybedecektir...lâkin şimdi büyük bir islâm düşmanı. Hidayete kavuştuktan
sonra ne kadar dövünecek; ne kadar gözyaşı dökecek ama maalesef bugün inkâr
cephesinin yaman adamlarından biri.
.....
Sevgili Peygamberimiz, kervan haberini alınca
bu malumatı daha da derinleştirmek istediler. Bu maksatla bir kaç muhacire
vazife tevdi ettiler...görevli sahabiler, Zül Aşire mevkiine geldiklerinde Ebu
Süfyan, idaresinde bir büyük Şam kervanının, bir kaç gün evvel buradan Şam
istikametine geçip gittiğini öğrendiler.
İstihbarat peşindeki sahabiler, bu malumatı
getirince İki Cihanın en üstünü, hemen bir durum değerlendirmesi
yaptılar...anlaşılan ve görünen o ki Kureyş, bir büyük hücûma geçmek için ciddî
hazırlıklar içindedir. Bu alış-verişten elde edeceği kazancı silah ve diğer
ihtiyaçlara yatırarak Medine üzerine taarruza geçecektir...buna mutlaka, ama
mutlaka mani olmak lâzımdır...her ne pahasına olursa olsun düşmanın bu maksadına
sed çekilmeli.
İslâm düşmanlarının bu niyet ve
faaliyetlerinden gününde haber alınmış olması ilâhî bir lütuf olmuştur. Eğer
teşebbüs vaktinde öğrenilmemiş olsaydı müminler, toparlanılması zor ağır bir
sarsıntı geçirebilirlerdi...
.....
Efendimiz, emir buyurdular:
-Talha İbni Abdullah ve Sa'd ibni Zeyd,
kervanının dönüşünü takip edecektir!...
-Başüstüne ey Allahın Resulü!...
-Başüstüne ey Allahın Resulü!...
.....
Hazreti Talha ve Hazreti Sa'd radıyallahü
anhüma, Cebar mevkiine kadar geldiler. Keşdi-i Cehni isminde biri onları misafir
etti.
Diğer taraftan Seçkinlerin Seçkini sallallahü
aleyhi ve sellem, derhal hazırlığa başladılar.
Danışıp-konuşarak varılan karar:
Düşman kervanına Şam dönüşü el
konacaktır.
Kâinatın Efendisi'nin emir ve komutasında
dinimizin şan, şeref ve izzeti ve varolması ve yükselmesi için düşmana hücum
etmek, esir almak, esir olmak, mecbur kalınırsa öldürmek veya şehid olmak...
islâmın karasevdalısı Sahabiler için en büyük arzu...bu sebeple imanları uğruna
ecdat yurdu Mekke'yi bırakarak Sevgili Peygamberimiz'in peşinde Medine'ye göçen
Muhacirler; Akabe'de Resulallah'a biat eden ve şehirlerine hicret ettiği
takdirde kanlarının son damlasına kadar kendisini koruyacaklarına dair söz veren
Medineli seçilmişler / ensar....yani çocuklar, gençler, bahadırlar, ihtiyarlar
hatta sakatlar, hatta kadınlar...şimdi de sevgililer sevgilisi büyük Nebi'nin
etrafında Allah için; ser vermek ve ser almak için toplanıyorlar.
.....
Sefere iştirak etmek isteyenleden biri de Ümmü
Varaka isminde bir hanım sahabi; radıyallahü anha... daha sonraki asırlarda hep
şanlı numuneleri görülecek olan binlerce arslan yürekli anadan biri. Cephenin
gerisinde hizmete; en önünde cihada koşan mubarek kadınların ilki ve
öncüsü...
İşte aynı zamanda hafız-ı Kur'an olan Ümmü
Varaka Sevgili Peygamberimiz'e istirhamlarda bulunuyor... bütün eshab, yek
vücud, yek kalb konuşmaları dinliyorlar. Uzakta rüzgâr, hurma ağaçlarını
hışırdatıp geçiyor; iki-üç kırlangıç eshabın ihlasından koklamak için çığlık
çığlığa şöyle bir dalış yaparak aynı çığlıklarla göğün uçuk maviliğinde kaybolup
gidiyorlar.
-Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! Ben
de sizlerle gelmek, müminlere hizmet etmek; şehid olmak istiyorum!...
O ne güzel sözdür öyle:
"Anam-babam sana feda olsun ya
Resulallah!"
Bir mümin, Peygamberini anasından babasından
ve öz canından daha çok sevmedikçe îmânı kâmil değildir. Bu sebeple Ümmü Varaka,
en tabii, en içten yalvarışla "anam-babam sana feda olsun" diyor...bir şey daha
feda olsun: Can; bu din uğruna şehid olmak için can da fedaya
hazırdır.
Eshab-ı güzinin erkekleri bir tarafa
kadınlarının bile böylesine kahramanca duygular içinde olmaları Efendimizi çok
memnun etti.
Buyurdular ki:
-Ya ümmü Varaka sen burada kal; evinde
Kur'an-ı Kerim oku ve bizlere dua et. Şüphesiz ki Allahü teâlâ, sana şehidliği
nasip eder...
Peygamberimiz, şehidlik müjdesi verdiği bu
yiğit hanımdan "şehide" diye bahsederlerdi...daha hayatta iken "şehide" sıfatına
kavuşan Ümmü Varaka radıyallahü anha hazretleri, Hazreti Ömer zamanında şahadet
şerbetini içecektir.
.....
.....
Üç kişi muhacirînden, beş kişi ensardan olmak
üzere toplam sekiz sahabi Bedr seferinden izinli. Muhacirlerden izinli olanların
ilki Hazreti Osman bin Affan. Hanımı Sevgili Peygamberimizin kızları Rukayye
radıyallahü anha ağır hasta olduğu için hizmetinde bulunmak maksadıyla
müsaadeli...diğer iki muhacir ise kervanın dönüş gününü öğrenmek için giden
Talha ibni Abdullah ve Said ibni Zeyd.
Ensar-ı kiramdan izinli olanlar ise
şunlar:
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem, namaz kıldırmak için Abdullah ibni Ümmi Mektum'u Medine'de vekil
bıraktılar.
Medine'den çıkış tarihi oniki ramazan
Pazartesi.
Ruha'ya varıp da mola verince orada da Asım
İbni Abdil Ensar'ı bozgun ve ayrılık haberleri alınan Kuba ve Avil denilen
köyler üzerine idareci Ebu Lübabe'yi de Medine'ye Vali olarak gönderdiler. Haris
İbni Samed ve Havvab İbni Cübeyr ise deveden düşerek kaza geçirdikleri için yola
devam edemiyorlardı; bu sebeple bunların da Medine'ye dönmelerine müsaade edildi
ki böylece Bedr'den izinli Ensar yekunu beş kişi olmaktadır.
.....
Medine'den bir mil ayrıldıktan sonra
Buyütussukya'-nın Ebu Ukbe kapısında Ebu İnebe kuyusu yanında Peygamber
Efendimiz'in emriyle çadırlar kuruldu. Allah'ın Resulü eshabını teftiş
ediyorlar...hasta, sakat, çocuk ve yaşlılara sefere çıkma izni yok.
Bera bin Azib'le Abdullah bin Ömer'in her
ikisi de önüç yaşındalar.. Tabii çok küçük olmaları sebebiyle onlara müsaade
edilmiyor. Ve daha başka küçük yaşta olanlarla çok ihtiyar olduğu için Amr bin
Cemuh geri gönderiliyor
Fakat bir sahabi, daha onaltısı gibi çocuk
sayılacak kadar körpe yaşta olduğu halde O'na izin veriliyor.
İşte manzara:
Umeyr bin Ebi Vakkas'ı ilk müslüman olanların
yedincisi; aşere-i mübeşşere'den, bütün gazalarda bulunup kahramanca vuruşan ve
islamda ilk ok atma şerefine sahib ağabeyi Sa'd bin Ebi Vakkas'dan
dinleyelim:
-Ebu Ukbe kapısında kardeşim Umeyr bin Ebi
Vakkas'ı bir kayanın arkasına saklanırken gördüm. "Umeyr ne yapıyorsun orada?"
dediğimde; "Resulullah, beni de çocuk sayarak geri gönderebilir. Halbuki ben
Allah yolunda şehid olmak istiyorum. O'nun için gizleniyordum" dedi.
-Az sonra o'nu gören arkadaşlarım,
Peygamberimize haber verdiler; Efendimiz, Umeyr'i çağırdılar. Resulullah'ın
huzurunda ayakta dururken belindeki kılıcın ucu nerede ise yere değiyordu. Yola
çıkarken kılıcını kendisi kuşanamamış ben bağlamıştım... Merhamet Sultanı büyük
Nebi, Umeyr'e "olmaz, buyurdular. Sen geri dön yaşın daha çok küçük!" Fakat
korktuğuna uğrayan Umeyr, ağlamaya başladı. "Ya Resulallah anam-babam sana feda
olsun. Lütfen müsaade ediniz. Ben de gelmek istiyorum. Ben de şehid olmak
istiyorum! Lütfen beni geri yollamayınız! Şehid olmak istiyorum!"
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve
sellem, bu günahsız gencin arzulu yalvarışına; boncuk boncuk akan göz yaşlarına
dayanamayarak "peki, dediler, gel"...
.....
O ne coşkun ve parlak îmân ki henüz
çocukluktan çıkıp gençliğe adım atmak üzere iken; onaltı yaşının baharında ölüme
koşan; düşmanla çarpışmaya gittiği için değil; gidemediği için billur gözyaşları
döken; tarihin kaydettiği en yüksek insan örneklerinden biri ile karşı
karşıyayız...Allahım senin ne kahraman kulların var...radıyallahü
anh...
.....
Ensar'dan ibni Hiram ve bazı sahabiler
Resulullah'ı sevindirmek için şu haberi veriyorlar:
-Cahiliyet zamanımızda yahudilerle çarpışmaya
gittiğimiz zamanlarda giderken yine burada; Ebu Ukbe kapısında mola vermiş;
kumandanlarımız orduyu denetlemişlerdi. O seferlerden ganimet ve zaferle
dönmüştük...inşallah bu defa da biz müminler muzaffer olarak
döneriz...
.....
.....
Müslümanların yetmiş deve ve üç atı
var.
Atlılar; Mik'dat ibni Esved, Zübeyr ibnil
Avvam ve Mersed Ganevi.
Mikdat radıyallahü anh'ın mubarek atının ismi
Ba'zce, Zübeyr radıyallahü anh'ınki ise Ye'sub..
Az mü'minde kılıç var. Zırhlı insan sayısı ise
onu bulmuyor...
.....
Teftiş bitince yürüyüş başladı. İki üç sahabi
bir deveye nöbetleşe biniyorlar.
Fahri Kâinat Efendimiz de bir deveyi Ali bin
ebi Talib, Mersed bin ebi Mersed ve Ebu Lübabe ile paylaşıyorlar. Hazreti
Lübabe'nin Mekke'ye vali olarak gönderilmesinden sonra O'nun yerini Zeyd ibni
Haris aldı. Son Peygamber, iki arkadaşı ile aynı deveyi ortaklaşa kullanıyor;
sırası gelince de hayvandan inerek yaya yürüyor... Eshab-ı Kiram efendilerimiz,
Peygamberimizden hayvandan aşağı inmemesini; yayan yürüme zahmetine girmemesini
istirham ediyorlar.
İşte Âlemlerin Sultanı'nın cevabı:
-Siz yola benden daha çok dayanıklı
değilsiniz. Ben de sevaba sizden daha az muhtaç değilim.
.....
Dağlardan Bedr'e varma gayreti ve bu uğurda
katlanılan sayısız meşakkat. En münasip yol seçilmesine rağmen bacaklara dolanan
dikenli otlar, ayakları kesen bıçak gibi taşlar, dili damağa yapıştıran, ağızda
tükrük bırakmayan sıcak hava ve islamiyetin şan ve şerefi için bu zahmetlere
severek, gülerek ve bu sıkıntıları nimet bilerek katlanan yüce
insanlar.
...bu insanları engin bir muhabbet ve tarifsiz
merhametlerle gözden geçiren Allah Resulü dua buyuruyorlar..
-Allahım!
Eshabım aç; yiyecek ver.
Allahım!
Eshabım çıplak; giyecek ver.
Allahım!
Eshabım yaya; binecek ver.
Allahım!
Eshabım fakir; imkân ver...
.....
.....
İslâm istihbarat elemanları Talha ibni
Abdullah ve Sa'd ibni Zeyd radıyallahü anhüm, müşrik kervanının iki güne kadar
Cebar'dan geçeceğini öğrenince oradan ayrıldılar. Onlar gittikten sonra kervan
geldi.
.....
.....
Ebu Süfyan, çevrede müslüman casusu olup
olmadığını soruşturuyor. Zira daha Gazze'de iken bazı müslümanların Zül Aşire'ye
kadar geldiklerin işitmişti.
Keşdi, bir sır vermediyse de Ebu Süfyan,
Cebar'a iki kişinin geldiğini ve meydandaki hurma ağacının altında develerini
çökerterek bir mikdar oturmuş olduklarını etraftan öğrendi.
Kervan reisi, denilen yerde inceleme
yaptı.
Yerde deve pislikleri vardı. Bunları bir sopa
ile karıştırınca Medine hurmalarına ait çekirdekler gördü. "Eyvah demek ki
müslümanlar hâlâ kervanı takip ediyorlardı.. Ya beklenmedik bir yerde baskın
verip şu koca serveti elinden alırlarsa?" Birden paniğe kapıldı. Mekke'nin her
şeyi demek olan bu kervanın Medine'nin eline geçmesi müslümanlara büyük bir
maddi güç kazandıracağı gibi, Mekke'yi de iktisadi bakımdan zora
sokacaktı.
Hemen Gıfar Aşiretinden Zamzam bin Amr'ı
yanına çağırarak vaziyeti anlattı ve eline bir miktar altın
tutuşturarak:
-Çabuk Mekke'ye git! Kervanın tehlikede
olduğunu; müslümanların bizi takip ettiğini; her ân baskın yapabileceklerini
haber ver. Dağ-bayır demeden kestirmeden gitmelisin. Haydi çabuk
ol...
.....
.....
Zamzam'ın Mekke'ye gelmesinden üç gün evvel
Âtike binti Abdülmüttalip, bir rüya görmüştü; sırlarla dolu bir şey. Sabah
kalktığında hâlâ rüyanın tesirinde idi... Abbas bin Abdülmuttalib'e haber
göndererek yanına çağırttı.
Abbas:
-Hayırdır; merakta kaldım ya Âtike! Umarım
endişe edecek birşey yoktur...
Atike:
-Heyecanın bir faidesi yok kardeşim. Hele önce
şöyle bir otur...
-Evet oturdum; seni dinliyorum.
-Tahmin ediyorum ki yakında Kureyş'in başına
bir musibet gelecek!
Abbas şaşırdı:
-Bunu da nerden çıkardın durup
dururken?
-Hayır kardeşim. Ne durup dururken...Dün gece
bir rüya gördüm. Korkunç birşey. Hâlâ tesirindeyim.. Sanki hâlâ o ânı
yaşıyorum.
-Korkunç bir rüya! Garip...tez anlat bari. Bir
kâhine falan gidelim.. Bir şey yapalım.
-Hayır! Kâhin-mahin istemem. Yalnız kimseye
söyleme.
-Söylemem, söylemem çabuk anlat...
-Deve üstünde bir adam gördüm. Deli mi desem,
çılgın mı desem, yalancı mı desem. Tuhaf bir insan, üstünde bir acaib kıyafet
Ebdah'da durmuş bağırıp çağırıyor: "Ey hayırsız Kureyş! Üç güne kadar savaş
meydanında vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!!!" Bu nidayı avazı çıktığı
kadar bağırarak üç kere tekrarladı. Kureyşliler başına toplandılar. Sonra adam
Mescid-i Haram'a girdi. İnsanlar da onu takip ediyordu. Derken oradan çıktı.
Yine aynı şekilde ve aynı sözlerle ve çirkin bir yüzle bağırmaya başladı...
Ardından Ebu Kubeys dağının tepesine tırmandı. Malum sözleri ard arda üç kere
orada da tekrarladı. Sonra dağın tepesinden şehrin üstüne bir koca kaya
yuvarladı... kaya, parçalar saça saça hızla aşağı indi. ...kayadan fırlayan
parçaların isabet aldığı her ev çöküyordu.
-Evet müthiş; müthiş bir rüyaymış.. Endişende
haklıymışsın.
.....
Abbas, Âtike'nin yanından tuhaf bir ruh hali
ile ayrıldı. Rüyanın muamması O'nu da sarsmıştı. Yolda Velid bin Utbe ile
karşılaştı. Velid, arkadaşındaki garipliği hemen sezdi.. Abbas, bir şey belli
etmemeye çalıştıysa da Velid, O'nu sıkıştırarak meseleyi anladı. Abbas, Velid
bin Utbe'den rüyayı kimseye anlatmamasını rica etti. Velid, söz verdi ama;
babasına nakletmekten de geri kalmadı..ertesi gün bütün Mekke bu rüyayı
öğrenmişti..
Abbas, Kâbe'yi tavaf ederken, Ebu Cehil de bir
gurup ahbabı ile ileride oturmuş Âtike'nin dedikosunu yapıyordu..
Abbas'a seslendi:
-Ya Ebel Fadl!! Tavafı bitirince yanımıza
gel..
-Olur; geliyorum.
.....
Abbas, Ebu Cehil'in yanına gidince hiç
beklemediği bir sualle şaşırdı:
-Şimdi de Abdülmuttaliboğulları ortaya kadın
peygamber çıkardı öyle mi ya Abbas?
-Anlamadım! Bu ne demek? Açık
konuş..
-Atike'nin şu malum rüya
meselesi...
-Ne rüyası?
-Ne rüyasımış! Aranızdan bir erkek peygamber
çıkardığınız yetmezmiş gibi şimdi de kadın peygamber safsatası öyle
mi?
-Hayır; iftira!
-Âtike, güya rüyada görmüş ki biri: "Ey Kureyş
üç güne kadar vurulup düşeceğiniz yerlere yetişin" diyormuş. Göreceğiz eğer
doğru söylüyorsa elbette şu günlerde bir şeyler ortaya çıkar. Fakat üç gün
geçmesine rağmen herhangi bir fevkaledelik olmazsa ne yapacağımızı
biliyoruz...
-Ne yapacaksınız?
-Arablar arasında Abdülmuttalip kadınlarından
daha yalancı insan olmadığına dair bir yazı hazırlatarak bunu her tarafta
dolaştıracak ve sonra da götürüp Kâbe duvarına asacağız!!!
Abbas sertleşti:
-Yalancı sen ve kabilen Mahzumoğullarıdır!
Aşağılanmaya layık olan da sizlersiniz!..
-Ey Abbas şunu bilki şan ve şerefte biz
sizinle yarışıyoruz. Siz diyorsunuz ki "Kâbe'de zemzem dağıtma işi bizdedir."
Biz de diyoruz ki bu bir fazilet değildir. Siz diyorsunuz ki "Kâbe'nin
kapıcılığı ve perdedarlığı bizdedir." Bizim kabile de diyor ki bu övünülecek bir
üstünlük değildir. Siz diyorsunuz ki "Meclis toplama işi bizdedir." Biz de
diyoruz ki ahaliyi toplayıp yemek ve hurma yedirmek bir şeref değildir. Sonra
iddia ediyorsunuz ki "Kâbe ziyaretçilerine ziyafet vermek vazifesi bizimdir."
Biz de diyoruz ki biz de insanlara yemek yediriyoruz...
-Bitti mi?
-Şunu kafanıza koyun ki ey Abbas! Biz
Abdimenafoğulları, şan ve şerefte Abdülmuttalipoğulları ile aynı seviyeye
gelinceye kadar hep yarışacak ve peşinizi bırakmayacağız. Bunu anladığınız için
"bizden bir Peygamber çıktı diyorsunuz"...bu bozgunculuğu yapmanız yetmezmiş
gibi şimdi de "kabilemizden kadın peygamber de çıktı" demeye başladınız.. Hayır!
Lat ve Uzzaya ondulsun ki bunlar doğru değil. Abdülmuttalipoğulları bizi geçerek
insanları aldatamaz, onların yalanlarını herkese göstereceğiz!!!
.....
O akşam hadiseyi işiten Abdülmuttalip
kabilesinin kadınları Abbas'ın başına üşüştüler. Demediklerini
bırakmıyorlar:
-O şeytan yüzlü adam, Abdülmuttalip
erkeklerine saldırırken sen sustun ha! Yazıklar olsun ey Abbas! Biz ki seni
bahadır bilirdik...
-Sadece erkeklere mi? Ebu Cehil mel'unu
Abdülmuttalip kadınlarına da hakaretler yağdırmış. Ama Abbas yine O'na birşey
yapmamış..
-Yazıklar olsun! Bir şerefsiz sefil adam
bizlere demediğini bırakmayacak da kabilemizin erkekleri sus-pus olup çıt bile
çıkarmıyacak!... Vah başımıza.
-Ey ahirete göçmüş Abdülmuttalip oğulları!
Mezarınızdan kalkın da Ebu Cehile karşı bizi siz koruyun bari...
Kabile damarları kabaran kadınların sözleri
gibi gözleri de şimşek çakıyor; bazıları dizlerini dövüyor; bazıları saçlarını
yoluyor.
Beklemediği bir söz taarruzunun altında ezilen
Abbas bin Abdülmuttalip ancak şunu diyebildi:
-Ben, O'na yarın ne yapacağım göreceksiniz!...
Yeter ki aynı şeyleri bir kere daha desin!
Âtikenin rüyasının üçüncü günü sabahında Abbas
kan beynine sıçramış halde Mescid-i Harama gitti. Ebu Cehil oradaydı. Aynı
sözleri bir kere daha söylettikten sonra haddini bilmez bu azgına çullanarak
esaslı bir meydan dayağı atacaktı.
Abbas, Ebu Cehil'e doğru yürürken O,
birdenbire bir sesi dinliyormuş gibi yaparak Sehmoğulları Kapısı'na doğru
fırlayarak Mescid-i Haram'dan çıkıp gitti..
Abbas kendi kendine "vay saldırgan korkak
vay!.. Niyetimi anlayınca nasıl da bir anda kaçıp kayboldu" diye
düşündü..
Ebu Cehil suratsızı, kimseden kaçmıyordu.
Abbas, kendine doğru gelirken bir takım sesler işitmiş ve oraya doğru koşmuştu.
Sesin sahibini görünce olduğu yerde dona kaldı. İşte meşhur rüyada tasvir edilen
adam şurada bağırıp duruyordu.
Üstündeki gömleğin önünü ve arkasını yırtmış,
devesinin semerini ters vurmuş Zamzam, sanki o rüyadan ve rüyadaki adamdan
haberliymiş ve sanki onun taklidini yapıyormuş gibi aynı çılgın tavırlar ve aynı
şaşırtan manzara ile avaz avaz bağırıyor ortalığı mübalağalı bir şekilde
velveleye veriyordu...bunlar bir samimiyetin sıcak çığlıklarından çok avucuna
sıkıştırılan dinarların iki yüzlü bağırtısı idi.
-Heyy Kureyş! Şam kervanı tehlikede!
Müslümanlar, kervanı bastı basacak! Durmayın, çabuk Ebu Hanzala'nın imdadına
yetişin! Yetiştiniz yetiştiniz. Yetişemezseniz kervan, müslümanların eline
geçecek! İmdat! Durmayın! İmdaaat!!!...
.....
Zamzamın bağırışını işiten yanına
koştu.
Hadisenin tafsilatını öğrenmek
istiyorlardı.
Ebu Cehil, derhal Mekke'de seferberlik ilan
etti. Eli değnek tutan herkes, düşmanın üstüne yürüyecekti.
Süheyl ibni Amr, milletin şecaat damarlarını
kabartan şeyler söylemeye başlamıştı bile... Kureyş erkekleri, savaş için
toplanmaya başladılar....duracak zaman değildi. Daha evvel de Hadrami'nin
kervanını vurmuşlardı ama; şimdi buna izin vermeyeceklerine and içtiler...tabiî
bu arada araya büyük bir hadise girmiş olduğundan Abbas bin Abdülmuttalib de Ebu
Cehil'i unuttu...
İslâm düşmanları, kısa zamanda Mekke meydanına
bir ordu topladılar... Ebu Cehil, o yılan bakışlı kupkuru adam, mevcudu tek tek
süzdü; gelmeyenler varsa onları tesbite çalışıyordu...
Evet sefere iştirak etmeyenler
vardı:
Ebu Leheb ve Umeyye bin Halef.
Kureyş'in bu iki çok namlı insanı nasıl olur
da akından geri kalırlardı?
Ebu Leheb, Atike'nin rüyasından korkmuştu.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem'e karşı dinmez kinler
beslemesine rağmen; rüyanın kendileri için pek de iyi olmayan şeyleri haber
verdiğini sezdiğinden evinde kalmıştı.
Ebu Cehil ve diğer Kureyş reisleri yanına
giderek çok ısrar ettiler:
-Sen bu kavmin büyüğüsün! Sen gelmezsen bizim
sözümüzü kim dinler.
-Evet Ebu Cehil doğru söylüyor ya Eba Leheb!
Sen hepimizin büyüğüsün. Bu hesap gününde aramızda ve başımızda
olmalısın..
-Hayır ben gelmeyeceğim siz gidin..
-Ya Eba Leheb senin bu sefere mutlaka
katılmanı istiyoruz. Söz almadan şu eşikten dışarı adım atmayız.
-Yemin olsun yerimizden
kıpırdamayız.
-Evet günlerce burada kalır yine fikrimizden
caymayız.
-Pekâlâ..öyleyse şöyle yapacağız. Ben yine
gelmeyeceğim ama yerime adam göndereceğim.
-Kimi?
-Kardeşin Âs bin Hişam'ı ya Eba Cehil. İflas
ettiğinden kendisinde olan dörtbin dinarımı alamadım. Söyleyin O'nda olan bu
alacağıma karşılık benim yerime sizinle harbe gelsin..buyurun. Maksat hasıl
olmuştur.
.....
Ebu Leheb kâfirinin yanından biraz da asabi
şekilde ayrılan Ebu Cehil, Ukbe bin Ebi Muayt'la beraber Umeyye bin Halef'in
kapısına vardılar.
Umeyye daha evvel Sa'd bin Muaz'dan
Efendimizin bir sözünü işitmiş ve iliklerine kadar titremişti: "Benim ümmetim
Ümeyye bin Halefi katleder!"
Bunu diyen asla gerçek dışı konuşmamış ve hiç
bir gün olmayacak bir şey söylememiş "Muhammed'ül emin"di. O yüzden Umeyye, Ebu
Cehil'i uyutabilirse bir kenarda kalmaya karar vermişti.. Ama ne mümkün! İşte
Ebu Cehil, hızla kapıya vurmaya başladı bile. Koşturan Umeyye:
-Geldim, geldim!
-Ya Umeyye...
-Oo siz misiniz ya Eba Cehil. Ukbenin elindeki
o ateş dolu tava nedir öyle? İçeri gelmez misiniz?
-Vaktimiz dar ya Umeyye? Bir şeyden haberin
yokmuş gibi öyle serin davranma. Müslümanlar, Kureyş hazinesi bir kervanı
basarken biz Umeyye'nin evinde rahat sedirlere uzanıp alev renkli şaraplar içip
söz dahisi arap şairlerinin şiirlerini mi söyleyeceğiz? Durma çabuk atını,
zırhını, kılıcını al ve gel...
-Ama ya Eba Cehil! Ben hem şişman; hem
yaşlıyım.
-Yalancı! İşine gelince yaşlı ve şişman
olursun. Al öyleyse şu sürmeyi kadınlar gibi evinde otururken gözlerine
çekersin. Ukbe ateşe buhur dök de ver ki bizden sonra tütsülensin!..
Umeyye bin Halef; Bilal'i Habeş radıyallahü
anh'ın efendisi iken müslüman oldu diye O'na en vicdansızca zulümler yapan kibir
putu. Şimdi bu adama kendi dindaşları kadın yerine koyarak alenen hakaret
ediyorlardı. Kurnaz Ebu Cehil, en sinirli anında bile muhatabının hassas
tarafını tahrik etmesini bilmişti..
Umeyye:
-Hayır ben kadın değilim. Buhur da sürme de
size kalsın...ben ömrüm boyunca şerefli ismime leke sürdürmedim. Birazdan orada
olacağım, siz gidin!..
.....
Umeyye, hemen evden çıkarak Mekke'nin en seçme
ve en sür'atli devesini sahibine bir dolu para ödeyerek satın aldı ve hazırlık
için evine geldi. O'nu gören hanımı:
-Hayrolsun ya Umeyye! O kadar bineğin varken
bu deve nedir; bu telaş nedir?
-Harbe gidiyorum!
-Ne, ne dedin? Harbe mi? E, peki o
Medine'linin dediğini unuttun mu?
-Hayır unutmadım. Ama Ebu Cehil bir bela gibi
yapıştı yakama. Söz verdim. Bir mikdar aralarında bulunup
ayrılacağım.
-Ayrılacakmış! Sen öyle zannet! Ebu Cehil'in
pençesine düştükten sonra artık ayrılamazsın.. Ah Ebu Cehil ah!.
.....
Umeyye Mekke meydanına geldiğinde hayli
kalabalık toplanmıştı.
Suheyl bin Amr:
-Ey Kureyş!
İşte kahramanlığımızı gösterecek gün, bugün!
Haydi yiğitliğinizi göstermeye! Deve lazım olana işte develer! Ok, kılıç, mızrak
isteyene hepsi var. Seçip beğensin. Yiyecek isteyen dilediğinden, dilediği kadar
alsın!!!
Diye nida ediyordu. Daha başkaları da
Kureyşlilerin damarlarını kabartacak; onları kışkırtacak sözler
söylüyorlardı:
Zem'a bin Esved:
-Lat ve Uzzaya andolsun! Bin kere andolsun ki
Kureyş kabilesinin başına bundan daha büyük felaket gelmemiştir. Şu işe bakın ki
Muhammed'le Yesribli şu basit çiftçiler asil Mekke tüccarlarının kervanına
saldırıyor. Kureyş, tarihinde hiç böyle bir zillete maruz kalmış mı? Duracak
zaman değil. Kimin ne eksiği varsa işte her şey burada tamamlasın!.. Eğer bu
tehlike bugün bertaraf edilemezse; onları yarın Mekke kapılarında da
durduramazsınız!
Tuayme bin Adiy:
-Evet Zem'a doğru diyor. Mallarımıza el
koymayı mubah sayıyorlar. Bu kervana kadın-erkek bütün Abdi Menaf oğulları
katıldılar! Şimdi bu koca servet müslümanların eline mi geçecek? İşte benden
ordumuza yirmi deve yükü yiyecek.
Abdullah bin ebi Rebia beşyüz dinar, Huveyt
bin Abd'ül Uzza üçyüz dinarlık silah bağışladı.
Tartışmalardan sonra Allah düşmanları şu
karara vardılar:
-Bu harbe her Kureyşlinin iştirak etmesi
mecburidir. İştirak edemeyen olursa; onlar da yerlerine adam bulup göndermeye
mecburdur.
.....
Kureyş kısa zamanda hazırlandı...ancak bir
korkuları vardı. Ya Kureyş'in hasmı Bekiroğulları, müslümanlarla çarpışırken
kendilerine arkadan saldırırsa!
Kureyş'in ileri gelenleri, Bekiroğullarının
ileri gelenleri ile görüştüler...bazı tavizler karşılığı Bekiroğullarının
Kureyşe saldırmayacağına dair teminat ve kefalet alındı.
Bunun üzerine, örme zırh ve dövme zırhlara
bürünmüş kılıçlı, mızraklı, yerinde durmayan cins arap atları ve soylu develere
binmiş müşrik ordusu... arkada tef ve şarkılarıyla orduyu coşturan güzel sesli
kadınlar, hürriyetlerine kavuşmuş cariyeler olduğu halde yürüyüş
başladı.
Utbe bin Rebia ve Şeybe bin Rebia da Kureyş
ordusundaydı...bunlar sefer için kılıç kuşanıp zırh giyerken kendilerini
köleleri Addas gördü. Bir fevkaledelik olduğunu gören bu garip mümin merakla
sordu:
-Ne oldu? Nedir bu hal? Nereye
gidiyorsunuz?
-Hani Taifte iken bizim bağın yanına yorgun ve
ayakları kanlar içinde bir adam gelip oturmuştu.
-Evet, benimle üzüm göndermiştiniz.
-İşte O adam ve taraftarları ile savaşa
gidiyoruz.
Sanki Addas'ın başından kaynar sular
dökülmüştü.
-Ey efendilerim! Sizin "O adam" dediğiniz en
son Peygamber.. Yalvarırım gitmeyin. Bir Peygambere kılıç çekilmez. Emin olun
savaşa değil; felakete gidiyorsunuz. Gelin bir kerecik de siz beni dinleyin; bu
habis işten vazgeçin..
Addas'ın gözlerinden sicim gibi yaşlar
dökülüyordu ama Utbe ve Şeybe çıkıp gittiler.
Az sonra oraya As bin Münebbih bin Haccac
isminde bir genç geldi...
-Nedir bu gözyaşları ya Addas? Niye böyle
rengin uçmuş?
-Felakete gittiler; düşüp ölecekleri yere
kendi ayakları ile gittiler.
-Kim?
-Utbe ve Şeybe Resulullahla çarpışmaya
gittiler.
-Ya Addas! Muhammed hakikaten peygamber
midir?
Soru, bu sağlan iman sahibi mubarek Sahabiyi
zangır zangır titretti. Tüyleri diken diken olmuştu:
-Vallahi O bütün insanlara gönderilmiş son
Peygamberdir.
.....
.....
Mü'minler Bedr'e doğru yol alıyorlar. Akik
mevkiinde iken Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, eshabı
arasında Medineli müşriklerden Hubeyb bin Yesâf ile Kays bin Muharris'i
gördüler.
Cesur ve mahir bir savaşçı olan Hubeyb bütün
yüzünü örtecek şekilde bir miğfer giymiş olmasına rağmen Kâinatın Efendisi,
kendisini tanıdılar; ve Sa'd bin Muaz radıyallahü anh'a:
-Ya Sa'd! Sağ tarafında giden Hubeyb bin Yesaf
değil mi? Diye sual buyurdular.
-Evet ya Resulallah; Hubeyb ve
Kays...
İslama gelmedikleri halde bu iki kişi, islâm
saflarında ne arıyordu; onların bu kutlu saflarda, bu üstün insanlar arasında ne
işleri olabilirdi? Bir hesapları var ki sonu meçhul bir seferin ortasına
dalmışlar? Evet bir hesapları var...nasıl ki bu akında bulunan muhacirin ve
ensarın bir hesabı varsa bu iki Medineli gayrımüslimin de bir hesapları
var...ancak eshab-ı kiram aleyhimürridvan efendilerimizinki ahiret hesabı; bu
iki insanınki dünya hesabı; dünya menfaati... Seçilmiş ve süzülmüş iyiler
cemaati eshab'ın hesabı şu:
Sevgili Peygamberimiz'in rızasına kavuşmak.
Yüce Allah'ın rızası ancak ve ancak O'nun sevgilisinin sevgisini kazanmakla
mümkün... Eshab, can pazarına bu maksatla çıkıyorlar..herşeyin bir bedeli var;
bu rızanın en zirve noktadaki bedeli de ölümü hayata tercih etmek..
Hubeyb bin Yesaf ile Kays bin Muharris'in
hesapları ise dünyalık...onlar müşrik kervanına karşı çarpışarak bir kaç
dünyalık bir şey elde etmek için gelmişler...ne yapsınlar; işin idrak ve özünden
haberli değiller...olamazlar da. Ta ki kendilerine hidayet erişene
kadar.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, iki
yabancıyı yanlarına istettiler:
-Siz ne maksatla bizimle
geliyorsunuz?
Cevapları şu:
-Anneniz Halime Hatun tarafından sizinle
akrabayız. Ayrıca şimdi de komşuyuz. Tecrübeli birer cengaveriz; iyi dövüşürüz.
Saflarınızda Mekke'lilere karşı çarpışmak buna mukabil biz de ganimet malı almak
istiyoruz.
Peygamberimiz sordular:
-İslamiyete girdiniz mi?
-Hayır; müslüman değiliz.
-Öyleyse geldiğiniz yere geri dönün. Bir
müşrike karşı bir başka müşrikin yardımını kabul edemeyiz. Dinimizde olmayan
saflarımızda da olamaz.
Yürüyüş devam ediyor...bir zaman gittikten
sonra Hubeyb, Beyda'da bir kere daha Efendimiz'e geldi ve kendilerine de izin
verilmesi için ısar etti:
-Benim nasıl bir kahraman muharip olduğumu;
düşman saflarında nasıl gedikler açtığımı herkes bilir...müslüman olmamızı şart
koşma; sırf ganimet almak için saflarınızda mücadele etmemize izin ver.
Hasımlarınla dövüşelim.
Sevgili Peygamberimiz:
-Allah'a ve Resulüne îmân ettiniz
mi?
Diye sordular.
Hubeyb:
-Hayır, dedi..
-Öyleyse geri dönünüz..
Geri döndüler...
.....
Eshab-ı Kiram aleyhimürridvan, ilk gün yola
oruçlu olarak devam ettiler...ama ikinci gün Resulullah efendimizin emirleri ile
ve cihaddan sonra tekrar tutmak üzere ağır tabiat ve iklim şartları yüzünden
oruçlar açıldı.
O, yüksek insan da, oruçlarını
açmışlardı.
Akik Vadisinden sonra ibni Ezher Deresi'ne
kadar ıssız yollar takip edildi. Bu dereye varıldığında mola verildi. Sevgili
Peygamberimiz, bir ağacın altına indiler...bu sırada Efendimizin güzel arkadaşı
Hazreti Ebu Bekr radıyallahü anh da taşlardan bir küçük mescid yaptı. Resulullah
Hazreti Ebubekr'le birlikte bu mescidde namaz kıldılar... Bir kaç gün burada
kalındı.
Sonra Zülhuleyfe, Zâ'tül reyş, Türban yolu
takip edildi.
Türban'da iken Efendimiz, karşılarındaki dağ
yamacında bir geyik gördüler ve Sa'd bin ebi Vakkas'a:
-Ya Sa'd geyiğe bak! Buyurdular.
Hazreti Sa'd, Peygamberimizin muradını anladı;
ve derhal nişan vaziyeti aldı. Resulullah, oku kendi mubarek elleri ile Sa'd
radıyallahü anh'ın omuzuna yerleştirdi ve:
-At ya Sa'd, dediler ve, Allahım Sa'd'ın okunu
isabet ettir, diye dua buyurdular.
Vınlayan ok, Resuller Resulü ve O'nun aziz
arkadaşlarına rızık olma nimetine kavuşan mubarek ceylanı boynundan vurarak
devirdi.
Sevgili Peygamberimiz tebessüm
buyuruyorlar.
Biraz sonra nefis bir kızarmış geyik kokusu tâ
uzaklardan bile alınıyordu...
.....
Müslümanlar Ruha'ya geldi. Sevgili
Peygamberimiz buyurdular ki:
-Rûhâ arap vadilerinin en
güzelidir...
Ruha'da konakladılar.. Hubeyb bin Yesaf, geri
dönmüşken tekrar müslümanların yanına geldi ve Resulullahın yüsek huzurlarına
çıkmak istediğini bildirdi. Âlemlerin efendisi kabul ettiler. Hubeyb ısrar
ediyor.
-İzin ver ben de Mekkelilerle
çarpışayım.
-Dinimizde olmayan; saflarımızda da olamaz ya
Hubeyb! Önce Müslüman ol; sonra çarpışırsın..
İşte o ân Bedr yolunda islam, bir yiğit daha
kazandı; Hubeyb bin Yesaf müslüman oldu; radıyallahü anh..
...böylece Peygamberler Peygamberi, kahraman
ve korkusuz bir savaşçı olduğunu beyan eden ve islam saflarında yer almak
isteyen birine kılıcı önce küfrüne çektiriyordu...Hubeyb bu cesareti gösterek
Hazreti Hubeyb oldu...
Kays bin Muharris ise maalesef gitti...ama
hidayet O'na da nasib oldu; islam ordusunun Bedr'den dönüşünde Kays da müslüman
olacaktır.
Ebu Lübabe ve Asım ibni Abdil Ensar vazifeli
olarak; Haris ibni Samed ile Havvab ibni Cübeyr ise yola devam edemeyecek kadar
ciddi bir kaza geçirdikleri için Ruha'dan geri gönderildiler.
.....
Peygamberimiz komutasında yürüyüş devam etti..
Safra köyüne yaklaşınca bu köy solda bırakılacak şekilde bir dirsek yapılarak
Zefiran Vadisine girildi ve bir müddet gittikten sonra Safna Vadisine varıldı.
Müslümanlar burada Şam kervanı hakkında gönderdikleri habercilerden haber
bekleken; Kureyş'in kuvvetli bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduğunu
öğrendiler.
.....
.....
Bedr'e yaklaştığı sırada Cebar'da kervanın
müslümanlar tarafından takip edildiğini anlayan Ebû Süfyan, Şam-Bedir-Mekke
hattını değiştirerek Bedir'i solunda bırakacak şekilde Şam-Kızıldeniz sahil
şeridine yöneldi ve bir ân evvel takipten kurtulmak için kervanın sür'atini
arttırdı...kervandakilerden bazıları önce vaziyeti kavrayamadıkları için hem
gidiş yolunun değiştirilmesi hem de kaçarcasına gidilmesine bir mânâ
verememişlerdi? Nihayet tehlike kalmadığına; selamet sayılacak bir yere
vardıklarına kanaat getirince Ebu Süfyan bin Harb, hızını kesti ve yanına Kays
bin İmr'ül Kays'ı çağırarak:
-Bir tehlike geçirdik. N'olur n'olmaz diyerek
Zamzam'ı Mekke'ye yardım getirmesi için yollamıştım.
-Evet ya Hanzala.
-Şimdi böyle bir tehlike kalmadı. Hemen
bineğine atla ve Kureyş'i nerede olursa olsun bul ve tehlikenin geçtiğini haber
ver. Vazifen gayet mühimdir. Lüzumsuz yere kan dökülmemeli; çabuk
olmalısın.
-Derhal!..
Müşriklere gelen Kays bin İmr'ül Kays, Ebu
Süfyan'ın haberini vererek.
-Kervan emniyettedir. Ebu Süfyan, hiç kimsenin
endişeye kapılmamasını ve bu yüzden sefere çıkılmamasını tenbih etti.
...dediyse de fırsatı bir kere yakalamış olan
Ebu Cehil, teklifi reddederek ateşli bir konuşma ile milleti
coşturdu:
-Ey Kureyş! İçimizden çıkan biri,
inandıklarımızı, geleneklerimizi reddederek kendisinin ahir zaman nebîsi
olduğunu iddia etti ve Allah tarafından vazifeli olduğunu söyledi!.. O, bunları
söyler ve aramızdan bir takım saf kimseleri müslüman yaparken; biz ne yazık ki
gerekli cesareti göstererek O'na hakettiği cezayı veremedik. Bizim zamanında
cezasını veremediğimiz O insan, bugün elimizden kurtularak Medine'nin başına
geçmiş, kervanlarımızı basarak bizi cezalandır-maktadır. Bu karşımıza çıkan,
belki de son fırsattır. Müslümanlar, hergün daha çoğalıyor; her gün biraz daha
kuvvetleniyorlar. Bana kalırsa ölmek var dönmek yok diyorum. Bunları kendim için
mi istiyorum? Hayır! Ebu Cehil Amr bin Hişam, bu fani dünyada her şeyi gördü ve
her şeye kavuştu. Benim korkum bütün arap kabilelerinin müslüman olarak
yolumuzdan çıkmaları; nesillerin bozulmasıdır. Eğer; "biz, evlatlarımızın
müslüman olmalarına razıyız" diyorsanız; haydi geri dönelim. "Sen bilirsin"
diyorsanız. Ben, "Cenk" diyorum. Siz ne diyorsunuz ey Kureyş?
-Cenk! Cenk edelim!!!
.....
Ebu Süfyan'a dönüp gelen Kays, olanları
anlattı ve Ebu Cehil'i ikna edemediğini ve bir harbin, adım adım yaklaşmakta
olduğunu söyledi.
Bu haber üzerine Ebu Süfyan hayret edilecek
kadar doğru şeyler söyledi:
-Kureyş'e yazık oldu. Bunlar hep Amr bin
Hişam'ın Kureyş hakimi olma ihtirasının zararları...
.....
.....
Diğer taraftan Ahnes bin Ebi Şerif, reis
vekili olduğu Zühreoğullarını harpten caydırmaya uğraşıyordu:
-Bakın kervan kurtuldu. Reisimiz Nevfel'e de
zarar gelmedi. Muhammed'le çarpışmaktan vaz geçin. Çünkü sizin çok yakın bir
akrabanız. Biraz sabredin; biraz bekleyin. Bunda ne ziyanınız olur ki? Şayet O,
hakikaten bir Peygamber ise bu sizin için de bir yüce şeref olur. Eğer Peygamber
olmadığı anlaşılırsa zaten başkaları O'nunla harp ederler. Mutlaka geri dönün.
Ebu Cehil'in sözü ile amel edilmez. O kara- kuru, sinir küpü adam, insanın ancak
başını derde sokar.
Beni Zühre kabilesinden birisi
sordu:
-Peki nasıl bir çare bulalım?
-Şöyle yaparız, dedi, Ahnes. Akşam olunca ben
kendimi deveden aşağı atarım. Siz "Ahnes'i yılan soktu" diye feryad eder ve ben
olmadan sefere gidemeye-ceğinizi söyler ve geri dönersiniz.
Beni Zühre, Ahnes'in bu zekice buluşu ile bir
felaketten kurtuldu.. Bu kabile ile birlikte onların müttefiki Ubeyye ibni Şerik
en-Nakıy da geri döndü.
.....
.....
Kureyş'in bir ordu ile üzerlerine gelmekte
olduğunu öğrenen Resulullah efendimiz, Eshab-ı Kirama buyurdular ki:
-Kervanı mı takip edelim? Gelen düşmanı mı
karşılayalım? Ey eshabım! Siz ne dersiniz; fikriniz nedir?
Bir kısım arkadaşları, Kureyş kervanının takip
edilerek kendilerinin Mekke'de kalan ve düşmanın gasp edip bir türlü vermediği
mal ve mülklerine karşılık onların kervanına el konulması
taraftarıydı...bazıları da düşmanın sayı ve silah üstünlüğünü dile
getirdiler.
Hazreti Ebu Bekr ve Hazreti Ömer
efendilerimiz, bu gelenlerin Kureyş'in müslümanlara en fazla düşmanlık
besleyenleri olduklarını; mağlup edilmeleri halinde islâmın önünden mühim
engellerin kalkacağını bu sebeble cihad etmenin isabetli olacağını beyan
ettiler.
Mikdat İbni Esved Hazretleri söz
aldı:
-Ya Resulallah! Allahü teâlâ, ne emrediyorsa
öyle yapınız. Biz, İsrailoğullarının Peygamberleri Musa aleyhisselama dediği
gibi demeyiz. Malümâliniz olduğu üzre onlar, O büyük Peygambere "ya Musa git
Rabbinle beraber düşmanla savaş" demişlerdi. Biz ise: ey Allah'ın Resulü
emrindeyiz! diyoruz.. Canımızı, malımızı; her şeyimizi Allah ve Resulünün
yolunda feda etmeye hazırız. Tâ Habeş diyarına gitsen gideriz. Sana bağlıyız ve
kararını bekliyoruz...öl dersen ölürüz. Bu can nedir ki senin için
vermeyelim?
Sevgili Peygamberimiz, Mikdat Hazretlerinin
gönül ferahlatan bu güzel sözlerine çok memnun oldular ve O'na dua
ettiler.
.....
Mekkeli müslümanlar / muhacirler, böyle
diyordu.
Ya Medineli müslümanlar / ensar ne
diyor?
Ensar, Medine'ye hicret ettiği takdirde
Resulullah'ı canla başla koruyacaklarına dair Akabe'de söz vermişlerdi; ama
Medine dışı için herhangi bir vaadleri yoktu...
Bu sebeple sual buyurdular:
-Eyyühe'n nâs!/Ey insanlar! Siz ne
dersiniz?
Medineli mü'minlerden Sa'd ibni Muaz
Hazretleri söz aldı:
-Ya Resulallah! "Ey nas" diyerek bizleri ayrı
ayrı saymadığınıza ve burada Ensar çoğunlukta olduğuna göre mubarek sözünüz bize
olmalı. İşte bütün Ensar hazır; tahmin ediyorum onlar da benim gibi
düşünüyorlar.
Ensar, Sa'd hazretlerini tasdik
etti.
-Ya Resulallah biz sana îmân ettik!
Nübüvvetini tasdik ettik. Her ne getirdi isen hakdır ve doğrudur. Seninle
Akabe'de sözümüz var. Her nerede olursa olsun her ne pahasına olursa olsun;
canımızı Allah Resulunün uğruna vermeye hazırız. Emrinizin başımız üstünde yeri
vardır. "Bir denizin bir ucundan girip öbür ucundan çıkacağız" desen gözümüzü
kırpmadan suya atlarız. Harpte elbette sabredecek ve en şerefli şekilde
dövüşeceğiz. Arzumuz Allah'ın Resulünü sevindirmektir. Allahın rahmeti, O'nun
Resulünün ve yolunda gidenlerin üzerine olsun!..
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve
sellem, bu sözlere de çok memnun oldular. Ve Sa'd'e de dua ettiler.
Ve Eshab-ı Kiram'a müjde verdiler:
-Ey eshabım! Size müjdeler olsun ki Hak teâlâ
hazretleri, bana düşmanın iki kafilesinden birini ele geçireceğimizi vâdetti. Ya
Şam'a giden ticaret kervanı veya Kureyş ordusu malı-mülkü ile müslümanların
olacaktır.
-İnşallah ya Rasulallah!
-İnşallah!
-İnşallah.
......
Yola devam ettiler.
Zefiran'ı takiben Esafir Tepesi, Debbe köyü
geçilip Hannan Kum Dağı sağda bırakıldıktan sonra Bedr yakınına
vardılar.
.....
.....
Bedir, bu isimdeki birinin açtığı bir kuyu
adı. Kuyu etrafında zamanla Bedir Köyü kurulmuş. Medine'nin güneybatısında
Mekke-Medine-Şam yollarının kesiştiği bir ortak nokta.
Müslümanlar, dağ yollarını takip ederek Bedr
Vadisine ulaştılar. Anayollardan gelen münkirler ise kum tepesinin arka-sındaki
Yelyel Vadisinin Bedr'e en uzak yerine kondular.
Vadi, ince yumuşak kum içinde; mü'minler,
kumlarda bata çıka yürüyebiliyorlar.
Resuller Önderi, muhacirîn ve ensarı
dinledikten sonra açıkça bir şey demedilerse de belliki hava savaş
kokuyor...
Allâh'ı inkâr ve O'nun hak Peygamberini
reddedenler, müslümanları imha niyet ve kasdı ile gelirken; mü'minlerin kervan
peşine gitmeleri hem yanlış olur, hem de küffar, bunu "müslümanlar kaçtı"
şeklinde yayardı.
Sevgili Peygamberimiz'in Hicret'ten sonra
hakkında bilgi edinmek için zaman zaman Bedr'i sormalarındaki sırrı eshab, şimdi
şimdi anlıyor.
Resullullah, yanına Katade ibni Numan ve Muaz
ibni Cebel'i alarak deve sırtında etrafı dolaştı. Düşman hakkında malumat elde
etmek istiyordu...
Süfyan-ı Zamiri isminde yaşlı bir kimseye
rastladılar.
Efendimiz, ihtiyara kendilerini tanıtmadan
Kureyş Ordusunu sordular. Süfyan, duyduklarına dayanarak ordunun Mekke'den
çıktığı günü ve şimdi muhtemelen bulunması gereken yeri bildirdi. Peygamberimiz,
dediklerinin isabetini anlamak için Muhammedîler hakkında bildiklerini de sordu.
Medine'den ayrıldıkları tarihi ve şu an bulundukları yeri elifi elifine doğru
tahmin etti...demekki ihtiyarın Kureyş hakkında dedikleri de
doğruydu.
.....
Sevgili Peygamberimiz, Hazreti Ali, Zübeyr bin
Avvam ve Sa'd ibni Ebi Vakkas'ın da aralarında olduğu bazı sahabileri çevreyi
tarayarak düşmanın yeri hakkında bilgi toplamaları için gönderdi.
Sahabiler, ayrılmadan onlara şunu
buyurdular:
-Şu karşı küçük tepenin arka eteğindeki kuyu
başından bazı bilgiler toplayacağınızı zannediyorum.
Buraya gelen vazifeli eshab, düşman sakalarını
kuyudan su çekerken buldular. Mü'minleri gören sucuların bazıları develeri ile
kaçtılarsa da ikisi yakalandı. Haccacoğullarının kölesi Eslem ile Âs bin
Saidoğullarının kölesi Ariz Ebu Yesâr da yakalananlar içindeydi. Sahabiler,
yakaladıkları sakaları islâm karargâhına doğru getirirken kaçanlar da son sür'at
Kureyş çadırlarına doğru deve koşturuyor-du...ilk yetişen Uceyr oldu. Heyecanla
bağırıyordu:
-Nihayet müslümanlar sakalarınıza da saldırdı.
Bazı arkadaşlarımız ellerine düştü. Beni duydunuz mu ey Kureyş?
Bu sırada Kureyş ordusu kızartılmış deve
etleri yemekteydi. Uceyr'i işiten Hâkim bin Hizam yemeği olduğu gibi bırakarak
kalktı ve diğer Kureyş büyüklerine gitti.
.....
AnaSayfa ................... Cilt-9
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder