Cilt 3
SEVGİLİ
PEYGAMBERİM
CİLT 3
Efendimiz oniki yaşına girdikleri
günler...
Amca Ebu Talib, Şam tarafına mal götürecek
olan bir Kureyş Kervanına katılma niyetinde. Ebu Talib, yanına kardeşi Haris'i
de alacak. İki kardeşin de aralında olduğu ticaret kervanı sıcak çöl gündüzleri
ve soğuk çöl gecelerini aşa aşa günler sürecek bir sabır ve meşakkat seyahati
ile Şam'a varacak vu burada satacak ve alacaklar.
Amcasının Mekke'den ayrılarak uzun bir
yolculuğa çıkacağını anlayan Sevgili Peygamberimiz de Ebu Talib'le gitmek
istiyor. Fakat halaları ve amcaları böyle bir niyete muhalifler. Zira;
mevcudatın hikmet nuru, çocuk sayılacak günleri henüz arkada bırakmıştır. Ebu
Talib, yeğenin arzusuna uymak istemesine rağmen diğer sevenleri o narin vücudun
uzun bir yolculuğu kaldıramayacağı kanaatindeler. Onlara göre bu yaştaki bir
çocuğun, eritici çöl güneşinde günlerce yol alması mümkün olamaz. Güneşin düştü
düşecek kadar yakın hissedildiği nihayetsiz çöl ve sonu gelmez yolları geçip
menzile varmak hiç de kolay değil...
Efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem,
ısrarlılar... anne-baba mahrumluğumdan başka şimdi de uzun bir zaman koruyucu
amca hasreti. Öyleyse kendisi de amcası Ebu Talib'le gitmeli....
Seyahat hazırlakları, denkler bağlanıp,
develer yüklenerek, ihtiyaçlar tedarik edilerek devam ediyor.
Sevgili Peygamberimiz, hazırlıkları kol ve
kanatları kırık, mahzun takip ediyorlar.
Bir gün Ebu Talib, devesi ile bir yerden
geçerken can yeğenini görür... aa o da ne? Güzel çocuk, gözden saklı bu köşeye
çekilmiş ağlıyor... Ebu Talib, şaşkın ve müteessir bir halde yeğenine
yönelir.
-Niçin ağlıyorsun gözümün nuru? Ayrılığıma mı
üzülüyorsun?
Ebu Talib'e gelen Peygamberimiz, devenin
yularından tutarak amcanın ciğerini yakan şu sözleri söyler:
-Evet amcacığım!... Beni burada kime bırakıp
gidiyorsun? Ne annem var, ne babam.
Yeğenin gözlerinden akan billur yaşlar, Ebu
Talib'i çok üzmüştü. Kat'i kararını verdi. kim karşı çıkarsa çıksın aldırmayacak
ve O'nu da yanına alacaktı. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Hatemül Enbiya'nın
da aralarında bulunduğu Şam kervanı yola koyuldu....
Kervan menzilden menzile varırken Kainatın
Efendisini bir bekleyen var...
Busra yakınındaki Küfre köyünün bütün ovayı
görebilen yamancındaki bir manastır eski devirlerden beri orada. Tarihi bir
hıristiyan mabedi.
Bu manastırın önce yahudi iken sonra
hıristiyan olan bir rahibi var. İsmi Bahira, künyesi Ebu İdas, Lakabı Cerciş,
Alim ve Zahid bir insan. Manastırda öteden beri mevcut olan kıymetli bir kitap,
ahir zaman Peygamberinden haber veriyor ve O'nun bir gün buradan geçeceğini
anlatıyordu.
Bahira, bir zamandır sabah erkenden
Manastır'ın damına çıkarak ufuktan gelip ovadan geçen yolcuları dikkatle
yokluyor ve birini bekliyordu... bir, üç beş,on ... sabah bakıp usanmadan süren
bir gözetleme...
Güneşin sıcaktan ortalığı kavurduğu bir gün ;
Bahira, yine damda ufukları tarıyor. İçi firak ateşi ile yanmakta. Ah, son
Peygamberi bir görebilse, O'nun ayak tozlarına yüzünü sürebilse, kendisini de
ümmeti arasına kabul etme dileğini arzedebilse...
Bir sabah ovanın öbür ucundan bir kervan
karaltısı belirdi. Bahira elini gözlerine siper ederek bütün dikkati ile o
tarafa bakıyor. Acaba bu kervan da aşağıdaki yoldan gelip geçenlerden biri mi,
yoksa beklediği yolcu mu geliyor?
Deve katarı yaklaştıkça Bahira'da dikkat daha
keskinleşiyor. Kitaplardan edindiği işaretler görünmeye başlaşmıştır. En mühimi
de güneşe perde olan şu bulut. Evet, evet!... Bir beyaz bulut, kervana kanat
germiş bir koca kuş gibi süzüle süzüle onları takip ediyor.
Şimdi bulutun altındaki bu esrarlı kervan,
iyice yaklaşmış olarak aşağıda mola veriyor... işte bir müjde daha! Kervanın
dinlendiği yerdeki kuru ağaç birden yeşiyor. Ağacın dalları, yere oturmuş
birinin üstüne eğiliyor. Bulut da akarak gelmiş ve yeşeren ağacın üstünde
durmuştur. Bahira dağların taşların efendimizi tesbih edişlerini
duyuyor.
Beklediği insanın bu kevanda olduğuna şüphe
kalmamıştı. Hemen damdan inip kervana bir haberci yollayarak yolcuları ertesi
gün yemeğe davet etti. Ve büyük-küçük herkesin davetli olduğunu bilhassa
tenbihledi. Yemek saatinde herkes gelmişti. Bahira misafirleri ayrı ayrı gözden
geçiriyor ama aradığı zatı göremedikçe hayreti içten içe büyüyordu. Yemek devam
ederken Rahip, bir fırsatını bulup dama çıktı ve kervanın konakladığı noktaya
baktı. Olacak şey değil! Bulut yerinde olduğu gibi duruyor.
Tekrar davetlilerin yanına dönerek:
-Yemeğe hepinizin gelmesini rica etmiştim.
Tahmin ediyorum kalan biri var.
Bir misafir:
-Hayır, hepimiz buradayız. Sadece bir küçük
çocuğu eşyalarımızı beklemesi için bıraktık, dedi. -O'nu da yemeğe davet
ediyorum. Getirilmesini rica ederim. Lütfen gelsin...
Söze Resulullah'ın amcası Haris
karıştı:
-Biz burada yemek yerken Muhammed'in aramızda
olmaması münasip değildir, dedi ve yeğenini getirmek için hemen dışarı
çıktı.
Bahira, Peygamberimizin ismini işitince kulak
kesildi ve tekrar dama çıkarak çocuğun kulak kesildi ve tekrar dama çıkarak
çocuğun gelişini takip etti... Efendimiz, Manastıra doğru yürürken bulut da
yakıcı güneşten koruyarak O'nunla geliyordu.
Rahip Bahira, Sevgili Peygamberimiz, içeri
girince O'nu ayakta hürmetle karşıladı. Şimdi son Peygamber olduğunu tahmin
ettiği çocuğu yakında görme fırsatını bulmuştu.
Yemekten sonra Bahira, Ebu Talib'e bazı
sualler sormak istedi. Ebu Talib ile aziz misafir arasında bir yakınlık olduğunu
farketmişti.
-Bu çocuk neyiniz olur?
Ebu Talib:
-Oğlum,
Cevaba şaşıran Rahip, mütereddid bir dille
itiraz etti.
-Kitaplardan öğrendiğime göre bu çocuğun
anne-babası vefat etmiş olmalı.
Ebu Talib:
-Kardeşimin oğludur.
-Şimdi doğru söyledin, dedi. Bahira Sevgili
Peygamberimize dönerek:
-Soracaklarıma Lat hakkı için doğru cevap
vermenizi istiyorum, ricasında bulundu.
Nur çocuk ise:
-Onların ismiyle yemin verme. Dünyada bana
onlardan büyük düşman yoktur, hakikatini hatırlattılar.
Lat ve Uzza ismini misafirlerden işiten
Bahira, Efendimizi sınamak için bu şekilde yemin vermişti. Peygamberimizden bu
karşığı alınca bu defa Allah adına yemin verdi.
-Uyur musun?
-Gözlerim uyur, fakat kalbim
uyumaz.
Bahira, Peygamberimizin mübarek gözlerine
bakarak Ebu Talib'e sordu:
-Bu kırmızılık çocuğun gözlerinde devamlı
bulunur mu?
-Evet! Gözlerindeki kırmızlığın kaybolduğunu
hiç görmedim.
+u ana kadarki bütün işaretler O'nun,
sallallahü aleyhi ve sellem, en son Peygamber olduğunu gösteriyordu. Sadece bir
belirti kalmıştı. Şayet bu da mevcutsa vakti eriştiğinde Peygamber olacağını
kabul ve tasdik edecekti:
Mührü nübüvveti görme arzusu ile efendimizden
sırtını açmalarını rica etti. Peygamberimiz edeplerinden göstermek istemediler.
Ebu Talib'in:
-Ricasını kırma gözümün nuru, demesi üzerine
Resullerin efendisi, Bahira'nın, mübarek sırtlarında iki kürek kemiği arasındaki
Peygamberlik mührünü görmesine müsaaede ettiler.
Mühür, kitaplardaki tarifini tıpkısıydı.
Bahira gözlerinden yaşlar boşanarak mührü öptü ve Kelime-i şehadet getirerek
Efendimizin Allah'ın resulü olduğuna şehadet etti... Kervan ahlinden orada hazır
olanlar olup bitenleri şaşkınlıkla takip ediyorlardı.
Şüphesiz hayatının en mes'ud dakikalarını
idrak etmekte olan Bahira, ihtiyar yanaklarından sevinç gözyaşları süzülürken
Ebu Talib'e şunları söyledi:
-İşte alemlerin efendisi! İşte Allah'ın
Resulü! İşte Allah'ın alemlere rahmet olarak gönderdiği büyük Peygamber! Yeğenin
son Peygamberdir. Getirdiği din, önceki dinleri yürürlükten kaldırarak bütün
yeryüzüne yayılacaktır... Bu emsalsiz kıymeti Şam'a götürme; yahudilerin bir
zarar vermelerinden korkarım.
Ebu Talib, "Yahudiler zarar verir" sözünden
çekindiği için mallarını ucuz-pahalı demeden satarak yeğeni ile Mekke'ye gitmek
üzere oradan ayrıldılar.
Onlarrın ayrılmalarından mbir zaman sonra köye
yedi yahudi geldi. Efendimizin bir kafile ile oraya geleceğini ve yol
kenarındaki kuru ağıcın altında oturacağını kehaneti ilmi ile bilmişlerdi. Şimdi
öldürmek üzere köşe bucak Efendimizi arıyorlardı. Bahira'ya gelerk niyetlerini
açıklayıp yardımcı olmasını istediler.
Bahira, elleri kılıçlı bu yahudilere çeşitli
deliller getirerek öldürmek için peşinde bulundukları çocuğun son Peygamber
olduğnu ve Yüce Allah'ın kitabında haber verdiği böyle bir Peygamberi şehid
etmeye güzlerinin yetmeyeceğini, tamamen hatalı bir yolda bulunduklarını onlara
kabul ettirdi.
Yahudiler, ilmine hürmetkar oldukları
Bahira'nın anlattıkları ile ikna olarak tövbe edip kalan ömürlerini Manastır'da,
O'na hizmetle geçirdiler.
OLGUN GENÇ
ZAT-I PAK-I MUSTAFA'YA AŞIKIM
CAN İLE FAHR-ÜL VERA'YA AŞIKIM
3.Sultan Ahmed
Efendimiz, eshabı ile sohbet ederken bir
defasında şöyle buyurdular:
Koyun gütmeyen hiç bir Peygamber
yoktur.
-Siz de güttünüz mü ya Resulallah?
Eshab-ı kiramın nbu sualine Sevgili
Peygamberimizin cevapları:
-Evet, ben de güttüm, olmuştur.
Peygamber efendimiz, gençlik çağlarında
babasından miras kalan bir kaç boyunla amcalrı Ebu Talib'in koyunlarını bazan
yalnız başlarına; bazan da yaşıtı olan gençlerle Mekke'nin güneyindeki Ciyad
dağında otlatmışlardır. Bütün nebilerin koyun gütmüş olmalarındaki sırrı İslam
alimleri, Peygamberlerdeki merhamet hissinin daha da çoğalması ve ümmetlerini
daha çok hatırlamalarına vesile olarak göstermişlerdir.
Nitekim Efendimiz, ilahi memuriyeti aldıktan
sonra mübarek hadislerinden birinde aile reislerini sürüsünden mes'ul çobana
benzetmişlerdir.
.....................
Ebu Talib, eşsiz yeğeni üzerinde titriyor.
Maksadı O'nun bozulan cemiyette sel gibi akan kötülüklere bulaşmaması. Ama, O'nu
asıl koruyan bizzat yüce Allah. Allahü teala, sevgilisini öyle bir üstünlükte
yaratmış ki cahiliyet devrinin meziyet zannedilen adetlerinden O, nefret
ediyor.
Muhammed aleyhisselam, Peygamber olmadan evvel
de hafif ve habis fiilerden uzak durdular... ne içki içtikleri vaki ne puta
taptıkları, ne emanete hıyanet ettikleri. Zaten koyun gütmelerindeki bir sebep
de bu. İnsanlardan uzak durmak ve kırların tefekküre imkan veren zemininde
Rabbini düşünmek.
İşte bu mübarek genç hiçbir puta asla ve asla
ibadet etmedikleri gibi müşriklerin putları için yaptıkları şenliklere de
katılmazdı... Kureyşli bahtsızlar senede bir kere sabahtan gece yarınlarına
kadar Buvane adlı putlar ile olur; Buvanenin etrafına doluşarak saç kestirir,
kurban keser ve örflerine göre tapınırlardı.
O sene Buvane için yapılan törenlere Ebu Talib
ve kız kardeşleri de iştirak ediyorlardı. Bu sebeple Sevgili peygamberimizin de
kendileri ile gelmesini istediler. Efendimiz, teklifi kabul etmeyince çok
üzüldüler ve "İlahlarımızdan yüz çevirmek deek olan bu hareketinden dolayı bir
felakete uğramandan korkuyoruz" diyerek yeğenlerini karşı konulmaz bir ısrarla
ayine götürdüler. Ama putun yakınana vardıklarında ilahi himayedeki aziz gencin
aniden kaybolduğunu farkettiler. Asil ve üstün genci bir müddet sonrra
bulduklarında yüzü solgun ve korkmuştu.
Ebu Talib ve halaları şaşırdılar.
-Ne oldu sana ya Muhammed?
-Başıma bir felaket gelmesinden korkuyorum,
buyurdular. Fakat amca ve halalar bu kanaatte değildiler.
-Kötülükler sana dokunmaz. sen üstün ahlak ve
müstesna bir hilkate sahipsin... Ne gördün asıl onu söyle?
-Bu putun yanına yaklaştığım zaman beyazlar
giymiş uzun boylu biri peydah olarak "Ya Muhammed geri çekil ve sakın puta el
sürme", diyerek ikaz etti. Putları yerin dibine batıracak dinin tebliğcisi
olacak olan eşsiz insan, bir daha buna benzer merasimlere hiç yaklaşmamışlardır.
Efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" sadece u şenliklere katılmaktan uzak
durmamış; u vesile ile kesilen hayvanların etlerini dahi kabul etmemiştir. O
üstün yaradılışlı genç, yaşadığı zamanın her türlü abes ve kötü hallerinden
korunuyor. İslamiyetin koyacağı ölçüye uygun şekilde giyinikler. Bilinmeden bu
hudut birazcık aşılsa nurdan mechul varlıklar hemen müdahele
ediyorlar.
Efendimiz, bir gece Mekke yakınlarında bir
arkadaşıyla birlikte koyun güdüyorlar. Arkadaşına:
-Eğer koyunlarıma bakarsan ben de Mekke'ye
gidip gece masalları anlatılan toplantılara katılayım, diyorlar.
-Olur, diyor diğer genç.
Peygamberimiz, Mekke dışındaki ilk eve
yaklaştıklarında def çalgı, ıslık sesleri işitiyorlar. Düğün var. Bir kenara
oturup seyre başlıyorlar. Ama hemen göz kapaklarına bir ağırlık çöküyor ve
uyuyorlar. Güneşin sıcaklığı ile uyandıklarında düğün-dernek
bitmiştir.
Bu hadisenin aynen benzerini bir kere daha
yaşamış ve yine derin bir uykuya dalması sebebi ile eğlencelere seyir şeklinde
de olsa katılmamışlardır.
İlahi irade eşsiz varlığı hep aynı hal ve aynı
yol üzere tutuyor. Ne eğlence, ne gece masalları toplantısı, ne müşriklerin
bayramı... Bütün haram ve faydasız işlerden alıkonuyor.
Efendimiz yirmi, Hazret-i Ebu Bekr
"radıyallahü anh" onsekiz yaşında bulundukları esnada iki arkadaş ticaret için
Şam yoluna koyuldular. Rahip Bahira'nın bulunduğu manastırın civarına varınca
Sevgili Peygamberimiz, bir gürgen ağacının altına oturdular. Hazret-i Ebu Bekr
de bir şey sormak üzere Bahira'ya gitti.
Bahira ağacın altında oturanı sordu. Ebu Bekr
"radıyallahü anh" efendimizden bahsedince Bahira:
-Vallahi o bir Peygamberdir. İsa
aleyhisselam'dan beri oraya kimse oturmamıştır, dedi.
Bahira'nın yeminle söylediği sözler bu ümmetin
en üstünü olan Ebu Bekr efendimizin kalbine işlemiş, Kainatın sultanı daha sonra
peygambeliğini açıklayınca bu güzel hatısanın da tesiriyle tereddütsüz iman
etmişlerdir.
Güzel efendimiz, yirmi yaşlarında bulundukları
sırada Mekke'de yabancılarla zayıflar için mal, can ve namus emniyeti kalmamış,
anarşı ve zulüm kol geziyor olmuştu.
Ecnebi türccarların malları gasbedilip
paraları verilmiyordu...
Zilkade ayında Yemenli bir tacir, ticaret için
bir deve yüklü mal getirmişti. Mekke'nin tünınmışlarından As bin Va'il, tacirden
malları aldı fakat bedelini ödemedi. Üzüntüden perişen olan yabancı, söz sahibi
bazı ailelere müracaat ettiyse de buralardan terslenerek döndü. Derin üzüntüye
düşen Yemenli, Ebu Kubeys dağına çıkarak feryatlar edip manzum bir ifade maruz
kaldığı zulmü yüksek sesle anlatmaya başladı.
Böyle feryatlarla şiir okurken Kureyş
büyükleri de kabe'yi şerif etrafında kümelenmiş sohbet
ediyorlardı....
Bu haksızlık bardağı taşıran son damla oldu.
İlk harekete geçen ve başkalarını da harekete geçiren Sevgili efendimizin
amcaları Zübeyr oldu.
Meşhur ailelerin temsilcileri Mekke eşrafının
önde gelenlerinden Abdullah bin Ced'a'nın evinde toplandılar. Yemekten sonra
asayişsizliği ve yapılan zulümleri aralarında konuştular. Şehirde yerli-yabancı
kimsnin haksızlığa uğramaması, mazlumların hakları alınıncaya kadar onlarla
birlikte hareket edilmesi, zulme mani olunması kararlaştırıldı; ve buna dair
yemin edildi. Yeryüzüne adelet ve huzuru getirecek olan efendimizin de fal
şekilde rol aldığı o toplantıda alınan karara, "Hılf-ul-Fudul Andlaşması" dendi.
Gerçekten bu andlaşma, zulme mani olarak Mekke'de tekrar asayişi getirmiştir.
Peygamberimiz daha sonraki senelerde bir vesile ile eshabına bu bahse dair
şunları ifade buyurmuşlardı:
-Abdullah bin Ced'anın evinde yapılan
andlaşmada ben de bulundum. Bence o yemin, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan
daha kıymetlidir, Şimdi de böyle bir meclise davet edilsem giderim.
Bu sözler adalete ne kadar değer verdiklerine
en güzel misal....
Evet, insanların, cinlerin ve Peygamberlerin
en üstünü o sıralar yirmi yaşlarındalar. Kendilerine meleklerin ilk görünmeye
başlaması da bu günlere denk geliyor.
Melekler, sevgili Peygamberimizi birbirlerine
göstererek:
-İşte bütün alemin hidayetine sebep olacak
Peygamber. Ama henüz davet zamanı gelmedi, diyor ve gözden
kayboluyorlardı.
Peygamberimiz yine yirmi yaşlarında
bulundukları bu sıralarda Mekke'ye bir kahin kadın geldi... Bir Mekkeli nereden
aklına düştüyse kahineye:
-Söyle bakalım hangimizin ayağı makam-ı
İbrahimdekine benziyor? diye sordu. Adam, İbrahim aleyhisselamın Kabenin
duvarlarını inşa ederken iskele olarak kullandığı ve iki mübarek ayağının izi
bulunan makamı kastediyordu.
Kahine:
-Şu ince kum olan yere bir örtü sererek
üzerinde yürürseniz söylerim.
Denilen yapılıd ve çıplak ayakla örtünün
üzerinden geçilmeye başlandı. Gecenin, örtü üzerinde ayak izi kalıyordu. Kadın
dikkatle izlere bakıyor... nihayet efendimiz yürüyünce:
-İşte, dedi. Makamı İbrahimdeki ayak izlerine
benzeyen izler....
..................
Hiç bir okula, hocaya gitmediği; üstelik
annesiz-babasız büyüdüğü halde efendimizin sahip olduğu üstün ahlak ve meziyet
herkesi hayrete düşürüyor... Sakin, yumuşak sabırlı, güler yüzlü, herkese karşı
iyi, dürüst, cömert ve sayılamayacak kadar iyi huylar.... yirmi yaşındaki bir
insan bunları nereden öğrenmiş olabilir ki? Kimse bunu araştırmıyor.
Fakat herkes O'ndaki benzersiz ahlaka hayran;
bu yüzden O'na "el emin" lakabını vermişler. İsminden çok "inanılır ve güvenilir
doğru insan" demek olan el emin deniyor ve bu şekilde hitap ediliyor.
MUHAMMED'ÜL EMİN
MÜRAAT-İ EDEP ŞARTIYLA GİR NABİ, BU
DERGAHA
METAF-İ KUDSİYANDIR, BÜSEGAH-I ENBİYADIR BU
Nabi
Annelerin annesi; annemiz... Hadice anne
radıyallahü anha... ilerde Peygamberimize zevce olarak seçilmişlerin
seçilmişi.
Emsalsiz bir güzellik ve bu güzelliğin
nurlandırdığı üstün akıl, erişilmez iffet, gıptalar ötesi haya ve engin
edeb.
Arabın en soylularından ve "tahire" temizlerin
temizi ünvanlı zengin bir kadın... beyi vefat etmiş. İsteyeni çok. Fakat bu
üstün insan tevazu içinde yaşıyor ve incil, Tevrat gibi ilahi kitabları tedkik
ediyor.
Hadice radıyallahü anha annemiz, bu günlerde
bir rüya görüyor... ay gökyüzünden inerek göğsünden giriyor ve nuru kollarından
dışarı çıkıyor... bütün yeryüzü bu nurla ışıl ışıl. Cihan nurla yıkanıyor.
Hayran kalınacak, aklı alacak bir güzellik... manzara hiç bitmese...
Ama; seyrine doyulmayan manzara annemiz
uyanırken bitecek ve istikbalde hakikatine kavuşmak üzere rüyayı yorumlatmak
için Varaka bin Nevfel ile görüşecektir.
Varaka, Hadice validemizin amcasının oğlu...
Putlara tapmayan bir alim kimse.
Yaşlı adam, rüyayı ilminin rehberliğinde
isabetli bir şekilde tabir etti.
-Şunu bilin ki ahir zaman Peygamberi dünyaya
gelmiştir. Kureyş kabilesinin Beni Haşim kolundan biri. Ya Hadice; sen bu
Peygamberle evleneceksin. Evliliğinizde ona vahiy gelecektir. İlk iman eden de
sen olacaksın. Bu dinin nuru bütün alemi dolduracaktır... İşte rüyan!
Hazret-i Hadice aldığı cevaba çok memnun oldu.
Demek ki taçların en yücesi kendi başına konacaktı. Şimdi dikkatle ama kimseye
bir şey belli etmeden varaka Bin Nevfel'in anlattıklarının aslına ereceği
günleri gözlüyordu.
Acaba kimdi bu müstakbel Peygamber... kimdi
saadetinin sultanı olacak insan?
Bu sıra Hazret-i Hadice'nin zihnini en fazla
buna benzer sualler meşgul etmeliydi...
Rüyaların görüldüğü varaka bin Nevfel'in
kendisinden söz ettiği o günlerde insanların en hayırlısı aziz ve sevgili
Peygamberimiz yarmibeş yaşına gelmişlerdi.
Bir gün halaları Atike hanım, Ebu Talib'e
gelerek yeğenlerinin evlenme yaşına girdiğini; bir çaresine bakmak lazım
geldiğini hatırlattı.
Ebu Talib, kardeşine hak verdi:
-Doğru diyorsun. Zihnim hep yeğenimizin
evlenme meselesi ile meşgul ama bu sırada elimiz de bir hayli
sıkışık...
-Hadice Hatun'un Şam'a kervan yollayacağını;
ve kervanı emanet edeceği emin bir insan aradığını işittim. Bu insan yeğenimiz
olabilir. Zaten ona herkes "Muhammed'ül Emin" demiyor mu? O'ndan daha emin, daha
dürüs kimse yok ki... böylece biraz para kazanır. Eğer fikrimi isabetli
buluyorsan Hadice ile konuşabilirim.
Ebu Talib, razı oldu ama gönlü şanlı yeğenine
bu işi layık görmüyordu. Bir de işin ucunda O'nun için Şam yahudilerinin
vereceği tehlike vardı... fakat çare de yoktu. Zira düğün yapacak imkandan
mahrumdu.
Hakikaten Hadice annemiz Şam'a gidecek
kervanla satılmak üzere yüklüce bir mal gönderecekti. Bu maksatla kendisini
temsil edcek hakka hukuka riayet eder dürüst birini arıyordu...
O, bu evsafta birini ararken bir gün kapısı
çalındı.
Gelen Atike hanımdı. Hadice anne, onu kabulden
sonra,
-Ey arabın hanımefendisi gerçi gelişin canıma
minnet ama; bir emrin mi var? diye ziyaretinin sebebini anlamak
istedi.
-Bilmiyorum duymuşluğun var mı benim bir
yeğenim var, ismi Muhammed bin Abdullah'dır. Babam Abdülmuttalib, kardeşim
Abdullah vefat edince torununun yetişmesini bizzat kendi üzerine aldı ve
dünyasını değiştirmeden evvel O'nu oğullarından Ebu Talib'e emanet etti ve
hakkında bir çok dikkat çekici güzel şeyler söyledi. Bambaşka bir insan olan
yeğenim şimdi yirmibeşinde. Evlenme çağı. Gel gör ki Ebu Talib'in düğün yapmaya
kudreti yok. Şam'a kervan göndereceğin kulağıma geldi. Eğer yeğenime bu işi
imanet edersen bir mikdar para kazanmış olur. Sana minnettar kalırız.
Zeki Hadice anne anlatılanlarla rüyası
arasında bir mana bağı gördü. Çok sevindi. Her halde son Peygambere; nuru ile
cihanı parlatacak olana dair izleri bulmuştu...
-Muhammed'i duydum. Doğru ve emin bir insan
olduğunu işitiyorum.Böyle bir insana başkasına takdir ettiğim ücretin çok daha
fazlasını severek veririm. Ama yine de O'nu bir kere görmem lazım. Zira
bildiğiniz gibi ticari bir kervanın idaresi zor bir meslektir. Bu sebeple bu
çetin işi başarıp başaramayacağını kendisini görerek kanaat sahibi olmak
istiyorum.
Aslında Hazret-i Hadice'nin maksadı başkaydı.
Tevrat ve İncil'de son peygamber anlatılıyordu. Bu kitaplarda yazılı olan
belirtiler acaba Atike'nin yeğeninde var mıydı; yok muydu? Hadice radıyallahü
anha bunu bilmek istiyordu.
Atike hanım yeğenini alıp götürmek için veda
ederek ayrıldı. Hadice validemiz, çok değerli bir misafir ağırlayacağı için
zaten çiçek gibi olan evine biraz daha tertip ve çeki düzen verdi ve
hizmetçilerine mübarek efendimizden bahsederek biraz sonra geleceklerini;
onların teşrifinde büyük bir saygı ile karşılamalarını ve hizmeteleri en
ağırından yapmalarını tenbih ederek kendisi tekrar Tevratı alıp en büyük
Peygambere ait müjdeleri incelemeye başladı...
Bir müddet sonra Atike ile El Emin ünvanlı
emsalsiz genç, İslamiyetten önce de sonra da "Tahire" lakabını hakkıyla taşıyan
sevgili annemizin evinde ve O'nun karşısında idiler.
Yüksek misafirlere en itinalı hizmetler, en
içten sevgilerle sunulurken hazret-i Hadice, Tevratta ahir zaman Peygamberi için
verilen bilgilerle Habibullah arasında mukayese yapıyordu.
Netice'de Hadice anne, bu genci istikbalin/
muhteşem Peygamberi olacağına kesin olarak kanaat getirdi. Ve rüyasında
Muhammed'ül Emin'le alakalı olduğunu açık-seçik anladı... her şey gün gibi
ortadaydı.
Bir çok insanın evlenmek için her fedakarlığa
razı olduğu Hadice, Kureyş'in bu fakir, fakat üstün ahlak ve yaradılışdaki
delikanlısı ile evlenecek ve bu genç, ilan edeceği dinle batıl namına ne varsa
yerle bir ederek yepyeni bir dünyanın kapısını aralayacaktı.
Fakat Hadice anne, hiç renk vermedi ve sezip
anladıklarından tek kelime anlatmadı. Üstelik düşündüklerini bir sır olarak
sakladı. Akıllı kadın tedbiri elden bırakmıyordu. Eğer bildiklerini açıklarsa
bir çok zengin ve itibarlı kimse kızını O'na vermeye kalkışabilirdi. Bu sebeple
evleneceği zamana kadar O'nu hep gözden gizlemeye çalıştı.
Atike ile ücret meselesini de görüştükten
sonra kervanın sefere çıkacağı günü tesbit ettiler, ve Efendimizle Atike oradan
ayrıldı. Ev sahibesi Peygamberimize seferde giymesi için bir elbise
vermişti...
Hazret-i Hadice, efendimize önce hediye
ettiğinden başka kıymetli bir elbise daha kaldırdı, gösterişli bir deveyi
süsleyip donatarak kölesi Meysere'ye şunu tenbih etti:
-Kervan Mekke'den uzaklaşıncaya kadar
Muhammedül Emin yol elbisesini giyecek ve basit bir deveyi kendi sürerek
gidecektir. Ama şehirden iyice uzaklaşınca O'na şu elbiseleri hediye ettiğimi
söyleyerek giymesini rica et ve bu süslediğimiz deveye bindir ve yularını da
kendin çek; O'nun emrindesin ve hizmet karısın. İzni olmadan hiç bir iş yapma ve
kendisini tahlikelere karşı korumaya çalış. Ayıca işleri bir an evvel bitirip
çabuk gelmenizi bekliyorum. Gecikmeniz Kureyş ve Beni Haşim nezdinde mahçup
olmamıza sebep olur. Şayet bu söylediklerimi yapabilirsen seni bol mali ile
memnun edeceğim.
Hareket günü meydan, seyir ve vedalaşmaya
gelenlerle dolmuştu. Efendimizin halası Atike hanım, o asil yeğenini elinde deve
yuları ile görünce katlanılan bu mecburiyetten dolayı çok üzüldü ve
ağlayarak:
-Ey Abdülmuttalib, ey zemzem kuyusunu bulan ve
ey Abdullah; yattığınız yerden başınızı kaldırın da evladınızı görün.
Ebu Talib fanalaştı. Hatta Sevgili
Peygamberimiz de üzüldüler...
Hiçbiri Hazret-i Hadice'nin halkın nazarından
saklamak için O'nu böyle giydirdiğini ve kısa bir zaman sonra sultanlar gibi
giyinerek gözalıcı bir deveye bineceğini bilmiyorlardı...
Hatta üzülenler sadece efendimiz ve akrabaları
değildi. Melerler dahi ağlayarak:
-Ya Rabbi! Bu Muhammed sallallahü aleyhi ve
sellem ki sen O'nu kendine sevgili seçtin, dediler.
Allahü tealadan hitap geldi:
-Evet O benim habibimdir. Ama siz muhabbet
sırrımı bilmez ve seven ve sevilenin arasındaki esrara vakif olamazsın. Bu
makamı kimse bilmez. Bu gizli işten kimse birşey anlamaz.
Ve kervan hareket etti; kalabalık yavaş yavaş
dağlıyor.
Kervan, tamamen şehirden uzaklaşınca,
Meysere,efendimize gelerek emrinde olduğunu söylidi ve Hadice validemizin aldığı
kıymetli elbiseyi takdim ile giymesine yardımcı olduktan sonra bu iş için
ayrılmış deveyi getirdi ve:
Efendimiz üzerinde olduğu halde hayvanın
yularını kendisi çekmeye başladı. Sevgili Peygamberimize yapılan bu imtiyazlı
muamele aynı seferde bulunan Ebu Cehil vee Şeybe'yi hasetten
çatlattı...
Meysere'yi sıkıştırmaya başladılar:
-Şu yetime nedir bu iltifat! Üzerindekini al
eskileri giydir. O'na ağır işler ver. İşlerin altından kalkmasın
ezilsin.
-Alemlere rahmet olarak gelen bu genç ne
yapmıştı ki onlara? Hiçbir şey. Hasetler Efendimizdeki iyiliği
çekemiyorlar.
Meysere bu densizliğe dayanamadı:
-N'oluyor size? Sizin köleniz değilim
herhalde! Hadice hanımın kölesi olduğuma göre bana niçin karaşırsınız.
Hanımefendinin emir ve talimatı böyle; anladınız mı?
Dünyada sadece kötüler yaşamıyorlar ki!....
Aynı seferde bir de kadir bilir bir yolcu var. İsmi Huzeyme bin Hakim Sülemi.
Huzeyme aynı zamanda Hadice anneye akraba.. Az evvelki nadanların yetim diye
horladıkları iki cihanın sultanını öyle kalbden sevdi ki az zamanda, O'nunla
dost olma bahtiyarlığına kavuştu ve hep birlikte oldular.
Ebu Cehil'le Şeybe adlı zalimlerin o habis
sözlerinden sonra Huzeyme bin Hakim Süleminin Efendimize dostluk elini uzatması
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem kalbini ne kadar
ferahlandırmıştır...
Huzeyme de Meysere de bir çok harikulade
hallere şahid oldular. İşte biri:
İki deve ani felc gibi bir rahatsızlık
geçirdi. Kervan gitmesine rağmen zavallı hayvanlar yürüyemiyor. Meysere, bu
sırada orada olmayan sevgililer sevgili Peygamberimize koşuyor ve durumu
naklederek:
-Ne yapacağız, diyor.
Güzel efendimiz, sultani tvrı ile gelerek
elleri ile develerin ayaklarını sığayarak dua ettiler...
Hayvanlar birşey olmamış gibi
ayakta.
Evet; O deminki mecalsiz develer, şimdi
kervanın en önünde yol alıyor:
Ya Rabbi, O mübarek eller bizleri de sığasın;
Allahım gül kokulu o elleri öpmemizi nasip et.
Hasta hayvanlardaki bu ani iyileşme Meysere
ile Huzeyme'yi hayrete düşürdü ve:
-Bu gencin namı ve şanı çok yüksek olacak,
kanaatine vardılar.
............
Kervan, Basraya geldiğinde Rahip Bahira'nın
manastırına yakın bir yerde mola verdi... Geçen zaman içinde Bahira vefat etmiş
ve yerine Nestura rahip olmuştu.
Peygamberimiz, dinlenmek için bir kuru ağacın
altında oturdular, ağaç hemen yeşerdi, çiçek açtı ve meyve verdi. Çevrede
bulunan diğer ağaçlar da yapraklarla donandı.
Bu inanılmaz hadiseye pencereden bakarken
gözleri ile şahid olan Nestura, bir hızla aşağı inerek elinde bir sayfa olduğu
halde bu farkı yolcunun yanına geldi ve soluk soluğa:
-Lat ve Uzza hakkı için ismini söyle,
dedi...
-Bana bundan daha ağır bir söz söylenmemiştir.
Nestura, diğerleri gibi efendimizin de bahsettiği putları kabul ettiğini
zannederek böyle konuşmuştu. Veya yabancıyı sınamak istiyordu.
Rahip aldığı cevap üzerine bir elindeki
kağıda, bir yabancının yüzüne baktı ve sonunda meysere ile Huzeyme'ye
dönerek:
-İsa aleyhisselama İncili gönderen Allah hakkı
için söylüyorum ki bu son Peygamberdir... dedi ve iç geçirerek:
-Ah, keşke ben de O'na vahiy nazil olacak
zamana erseydim ve kendisine iman etseydim, diyerek Meysere ve Huzeymeyi
şiddetle sarsan sözlerini tamamladı.
Sonra Nestura, Huzeyme ve Meysere efendimizin
yanından uzaklaştılar. Sevgili Peygamberimize dair sohbet
ediyorlardı.
Meysere, kızgın güneşte iki kurşun efendimizin
başı üstünde uçarak gölge yapmasını, ayaklarının altından su fışkırmasını,
alnındaki nuru, elini sürdüğü yemeklerin çoğalmasını ve hasta develerin
iyileşmesini anlattı.
Rahip
-Uzun zamandır Allah'ın Sevgilisi ile konuşma
devletine kavuşmayı gözlüyordum. Elhamdülillah işmdi bu şerefe nail oldum. size
dost nasihatim şudur: Bu sayfada yazılı olduğuna göre gerçi O, herkese galip
gelecektir. Lakin yine de düşmanlarından sakınmak lazım. En can dünşmanı
Yahudiler... Bu sebeple yanından fazla ayrımayın ve beni dinlerseniz Şam'a
gitmeyin. Zira orada Yahudiler çoktur; kötülük yapmalarından
korkuyorum.
Akıllı Meysere ve Huzeyme, Rahip Nestura'yı
dinleyerek getidikleri malları Busra pazarına satışa çıkardılar.
Malları, bereket sebebi Sevgili Peygamberimiz
hürmetine güzel karlarla satılıyordu. Efendimiz de bizzat satış
yapıyorlar.
Böyle mal satarken bir müşteri,
Peygamberimizin söylediği fiyatın doğruluğuna inanmayarak:
-Lat ve Uzza'ya yemin et! dedi.
Efendimiz:
-Benim alemdeki tek düşmanım o
bahsettiklerinrin. Yanlarından geçerken başımı, görmemek için başka tarafa
çeviririm. Nasıl onlar için yemin ederim?
Cevaptan irkilen müşteri:
-Sen Mekkelisin galiba?!
-Evet
-Doğru söz, bu söylediklerindir,
dedi.
-Meysere ile Huzeyme'ye döndü:
-Vallahi, son peygamber bu arkadaşınız
olacaktır. O mevcudatın özüdür. bu alem ve öte alem Onun yüzüsuyu hatırına
halkedilmiştir, dedi ve malı satın alarak gitti...
Efendimiz, Meysere ve Huzeyme Hazret-i
Hadice'nin mallarını Busra'da dolgun karla satarak Şam'a gitmediler.
Huzeyme, sevgili arkadaşına:
-Bu gördüklerimle senin ahirzaman peygamberi
olacağına iman ettim. Dostun dostum, düşmanın düşmanımdır. Şimdi müsaadenle
memleketime gitmek istiyorum. peygamberliğini ilan edince yanına gelecek; sana
tabi ve hizmetkar olacağım, dedi ve hakikaten Mekke'nin fethinden sonra gelerek
müslüman oldu...
...........
Meysere ile Efendimiz dönüşe geçtiler.Bir
konak
lama yerine geldiklerinde Hazreti Ebubekr de
kendilerine katıldı.
Ebu Bekir radıyallahü anh
Meysere'ye:
-Kervanın gelmekte olduğu haberini Hadice
hanıma bildirmek lazım; bunu da Muhammed'ül Emin'nin yapması en münasibdir; ne
dersin diye bir teklifte bulundu.
-Peygamberimizle Meysere fikri yerinde
buldular. Meysere, hemen efendimizin develerini kıymetli örtülerle donatmaya
başladı.
Ebu Bekir radıyallahü enh sebebini sorunca
Meysere:
-Hanımefendi haberi götürene deveyi
üstündekilerle hediye eder; bunu bildiğim için aziz arkadaşımızın iyi bir
hediyeye kavuşmasını arzu ediyorum diye cevap verdi.
tam bu sırada Ebu Cehil de yanlarına
gelmişti.
Konuşulanları işitince lafa
karıştı:
-Muhammed henüz çocuktur daha evvel sefere
çıkmadığı için yolları da iyi bilmiyor başkasını gönderin...
Meysere'den önce Ebubekr radayallahü enh
atıldı. Kısa fakat manalı cevap verdi:
-Bütün alem onun çocuğu sayılır.
Meysere bir mektup yazarak Hadice anneye
verilmek üzere Peygamberimize teslim etti.
Efendimiz yola çıktılar. Bir zaman gittikten
sonra uyku bastırdı.
Bu sırada deve yolu kaybetti. Yüce Allah,
hemen Cebrail aleyhisselamı göndererek deveyi tekrar yoluna çektirdi ve üç
günlük mesafeyi bir anda kat ettirerek Tayyi mekanla Mekkeye
ulaştırdı...
...Kervanın dönüşü yaklaşınca Hazret-i Hadice
bir grup cariye ile evin damına çıkar gelen olup olmadığına bakardı.
Yine böyle birgün Hazret-i Hadice ile
cariyeler bir taraftan konuşup bir tarafatan ufkulaşıp gelen yolları gözlerken
birini farkettiler.
Evet; bir gelen vardı ve iki kuş bu gelen
yolcuyu yakıcı çöl güneşinden koruyordu.
Gelenin Sevgili Peygamberimiz olduğunu Hadice
anne herkesten evvel tanıdı ama belli etmedi...
Peygamberimiz, nihayet yanlarına geldi ve dua
ederek mektubu verdi:
Meysere şunları yazmıştı:
"Bu defa çok kar ettik. Muhemmd'ül Emin'in
bereketi ile kazancımız umduğumuzdan fazla oldu."
Hadice radıyallahü anha mektubu yazıp,
Peygamberimize teslim etti ve deveyi zinetleri ile birlikte alelemlere rahmet
olarak gönderilmişe hediye etti.
Resulüllah mektubu alarak aynı gün içindeki
kervana yetişti. Böyle bir şey imkansız olduğu için Ebu Cehil sevinerek
Meysere'ye:
-Bak beni dinlemedin. İşte yolunu şaşırmış
geri geliyor, al bakalım, dedi....
Meyerse, müteessir oldu.Ama biraz sonra
Peygamberimiz gelerek cevabi mektubu verince
herşey değişti ve Meysere:
-Ey Ebu Cehil, işte Hadice'nin mektubu.Demek
ki sen şaşırmışsın.
Bir kölenin bu sözleri Ebu Cehilin zoruna
gitti:
-İnanmıyorum!Bukadar mesafe aynı günde
gidip
dönülmez.Ben şimdi işin aslını
öğreneceğim.İşte
kölemi gönderiyorum.Yalan söylendiğini ortaya
çıkaracağım dedi, ve kölesini Mekke'ye yolladı:
Ebu Cehilin kölesi Hazreti Hadice'ye gelip
müjde vererek, müjde istiyince,Hadice anne:
-Muhammedül Emin müjde getirmişti.Sen niçin
geldin ki? diyerek hayretini bildirdi.
Köle mahcup halde geri döndü ve Ebu Cehil'in
yanına vardığında olanları anlatdı.Ebu Cehil,hakikata teslim olacağına kinini
biledi.
......
Kervan kafileyle Mekke'ye girerken Hadice
validemiz penceresinden gelenleri görüyordu... İki kuş efendimizin başı üstünde
gölge yapıyor ve O alnında gün gibi parlıyan nurla herkesten
ayrılıyordu...
Hadice anne Meysere'yi kabul ettiğinde, O'na
Efendimizin başı üstünde gördüğünü aslında melek olan iki kuşu anlatınca
Meysere:
-Bütün yolculuk boyunca kuşlar başının
üstündeydi dedi ve yaşadıkları ilahi hadiseleri, rahibin söylediklerini,
develerin iyileşmesini, neler olmuşsa tek tek hanımına bildirdi.
Hazret-i Hadice, Meysere'den bildiklerini
saklamasını rica etti.
Son olarak Peygemserimizle Meysere Busra'dan
getirdikleri malları da Mekke pazarında satarak parasını Hazret-i Hatice'ye
teslim ettiler. Yapılan hesapta, Hadice validemizin gerçekten bu seferde
ötekilerden çok kar ettiği anlaşıldı. Ve çok memnun oldu... Para ve hediyelerle
hizmeti geçenleri sevindirdi.
.....
Hadice anne, şahid olup işittiklerini tekrar
Varaka bin Nevfel'e götürdü.
Varaka:
-Muhammed'ül Emin'in son Peygamber olacağına
hiçbir şüphe kalmamıştır. Naklettiklerinin anlanı budur.
HATİCE'TÜL KÜBRA
KABÜL EYLE CİVAR-I İZZETİNDE ÇEKMEYEN
GURBET
BİLİRSİN KENDİ ŞEHRİMDE GARİBİM YA
RESULALLAH
NAZIM
Hadice, Hüveylid'in kızı. O da Kureyş'in Esed
oğullarından.
Hadice, radıyallahü anha, derin ilmi, kültürü,
zenginliği güzelliği ve soyu ile devrindeki kadınların en üstünü.
Daha evvel iki kere evlenmişliği var. ilk beyi
vefat edince ikincisi ile hayatını belirtirmiş. Bu da veba hastalığından ölünce
dul kalmış. Bu kocalarından üç çocuk sahibi.
Bir çok talibi var. Çevrenin seçkin erkekleri
O'nunla evlenmek istiyorlar. "Evet" demesi için yapmayacakları fedakarlık yok.
Ama o, evlenme tekliflerine hep uzak ve menfi...
...Kimseyle evlenme fikrinde değil. Ta ki
insanlığın sultanını görene kadar. Şam'a kervan gönderme ile başlayan tanışma ve
Peygamberimiz hakkında işittikleri; gördükleri, en üstün kadında yavaş yavaş
Muhammed'ül emin'le dünya evine girme fikrini doğrudur.
İslamiyetten önce "tahire", islamiyetten sonra
ise buna ilaveten "Kübra" ünvanlı bu zeki ve alim kadın, şimdiden gelecek
yılları tahmin edebilmektedir... Zaman, bu ana kadar şahid olmadığı bir büyük
inkılabi yaşayacak ve bu inkılabını kahramanı amca himayesindeki Sevgili
Peygamberimiz olacaktır.
... İnsanlığın düştüğü şirk ve cehalet
bataklığından eşrefi mahlukat mevkiine çekip çakaracak en son ve en mükemmel
dinin Peygamberi Muhammed'ül emin'dir.
O halde O'na zevce olmak, ve O'nun kederinde
ve neş'esinde yanında ve yardımcısı ve destekçisi omak bir kadının dünyanın
kuruluşundan kıyamet kopuncaya kadar kavuşabileceği en yüksek
nimettir.
Bunu anladığı andan itibaren Hadice anne,
efendimizi adeta gözlerden saklamak, O'na dair sırları gizlemek istemiştir. Olur
ki bu hazineyi başka kadınlar da sezer. Bu bakımdan endişeli.
Elbette haklı; bölünmesi paylaşılması mümkün
olmayan bir şeref...
Şam seferinin üzerinden üç aya yakın bir zaman
geçmiş olduğu halde Hadice validemizi meşgul eden hep bu evlenme planıdır. Akl-ı
fikri hep bu işte... nitekim, niyetini akıllı ve tecrübeli bir kadın olan Nefise
binti Münebbih sezer ve O'nu konuşturarak gönlünün muradını anlar:
,-Ya Muhammed seni izdivaçtan alıkoyan nedir
ki evlenmiyorsun, der.
-Kafi mikdarda param yok...
Nefise'nin maksadı da bu cevabı
almaktır.
-Peki öyleyse iffeti, dini diyaneti yerinde,
zengin ve güzel bir kadınla evlenmeye ne dersiniz?
-Kim bu hanım?
Nefise kadın, düşündükleri evliliğin
gerçekleşeceğine dair ilk işareti almış olmanın memnuniyeti ile cevap
verir:
-Hadice binti Hüveylid!
-Kim aracı olacak?...
Nefise hatun bundan sonrasını şöyle
anlatıyor:
-"Bu hizmeti ben yapacağım, dedim ve Hadice'ye
koşarak büyük müjdeyi verdim." Hadice, amcası Amr bin Esede ile amcazadesi
Varaka ibni Nevfel'li çağırttı. Ve fikrini onlara açarak aile büyükleri olmaları
sıfatı ile yardımlarını rica etti...
Hazret-i Hadice'nin amcası ve amcasının oğlu
Sevgili Peygamberimiz'e giderek O'nunla görüşüp düğün gününü konuştular ve
yanından ayrıldılar. Haber Ebu Talib ve kardeşlerini şaşırttı. Çünkü bir düğün
yapacak mali imkana sahip değillerdi...
Onlar, bu endişe ve efkarda iken Peygamberimiz
Hazret-i Ebu Bekr'in dükkanına gitti. Niyeti kendisini kırmayacak bu dostundan
ödünç para almaktı.
Ebu Bekr radıyallahü anh, aziz efendimizi
uzaktan görünce kalbinde sevgi biraz daha kabardı; ve kendi kendine şöyle niyet
etti:
"Muhammedü'l emin benim en yakın dostum ve en
makbul arkadaşımdır. Eğer bir şey isterse asla geri çevirmeyeceğim."
Sevgili Peygamberimiz, yanına vardığında Ebu
Bekr efendimiz, arkadaşını biraz üzüntülü gördü. Sebebini anlayınca kasayı açtı
ve:
-İstediğin kadar alabilirsin, diye onu
ferahlandırdı. Hazrez-i Ebu Bekr'e:
-Hiç bir işimde yardımını esirgemedin diyerek
O'na dua buyurdular ve nikaha davet ettiler.
Seçkin arkadaşları, davete:
-Başım gözüm üstüne, diyerek geleceklerini
bildirdiler.
Peygamberimiz ihtiyacı kadar para alarak
bununla düğün haırlıkları yaptı.
Nikah, Hadice annemizin konağında
yapılacaktı.
Her taraf süslü ve donatılmış. Hadice
radıyallahü anha, cariye ve hizmetçilerine bundan sonra hür olduklarını,
kendilerini bu düğün hatırına azad ettiğini müjdeledikten sonra ellerine içi
altın ve mücevher dolu tabaklar vererek Sevgili Peygamberimiz konaktan çeri
girince mübarek ayaklarına saçmalarını tenbih etti.
Efendimiz, amcası Hazret-i Hamza ile nikahın
yapılacağı Hazret-i Hadice'nin evine geldiler. Biraz sonra Ebu Talib ve Kureş'in
diğer ileri gelenleri de hazırdı.
Hazret-i Hadice'nin amcası Amr bin Esed ve
amca çocukları ile kadın ve erkek akrabalar daha önceden gelmişlerdi.
Hadice ikramlık olarak koyunlar kestirip
yemekler hazırlatmıştı...
Yemekler yendikten sonra, Ebu Talib, devrin
adeti gereği nefis bir konuşma yaptı:
-Allah'a hamdolsun ki bizi İbrahim'in
zürriyetinden, İsmail'in neslinden, Maad'ın cevherinden ve Mudar'ın kanından
yarattı. Ve Kabe'nin bekçisi, Mekke'nin mensubu ve halkın reisi yaptı... yeğenim
Muhammed bin Abdullah her Kureyşli'den üstündü. Kimse onunla mukayese ğdilemez.
Gerçi malı azdır ama. Mal değimiz ne? Bir gölge. Bir gün burada, yarın başka
yerde. Yemin ederim ki, yeğenimin itibarı bundan sonra daha da yükselecektir.
İşte bu genç, şimdi sizden kızınız Hadice'yi helallığa istemektedir. muaccel ve
müeccel mehir olarak yirmi deve teklif etmektedir!..."
Ebu Talib'ten sonra da Varaka ibni Nevfel bir
konuşma yaparak, Ebu Talib'i tasdik etti. Ve kendilerinin de soylu bir sülele
olduklarını ve hısım olmak istediklerini bildirdi ve hazır olanları şahid
tutarak kızlarını verdiklerini söyledi. Ebu Talib, Hadice radıyallahü anhanın
amcası Amr bin Esed'in de fikrini almak istedi. Amr:
-Şahid olun ki Hadice binti Huveylid'i
Muhammed'e verdim, diyerek rızasını açıkladı.
Konuşmalardan sonra herkesi neş'e kapladı.
Peygamberimiz iki deve kestirip yemekler vererek velime cemiyeti
yaptılar.
Nikahı, İslami usul ve esasa uygun olarak
Varaka kıydı.
Efemdimiz yirmibeş, Hadice validemiz kırk
yaşında oldukları helde aynı gün Hadice radıyallahü anha ile evlendiler...
Hadice annemiz de bütün malını Sevgili Peygamberimize hediye etti ve kendisinin
de O'na muhtaç olduğnu arzetti.
Ebu Talib de evinde bir deve kestirerek,
Kureyş eşrafını çağırdı ve Sevgli Peygamberimizle hanımını davet etti...
teşriflerinde sevincinden ağlayarak bütün üzüntülerinin gitmiş olduğunu
söyledi...
Evlilikleri, anlayışlı, müşfik, candan
yardımcı Hazret-i Hadice'nin vefatına kadar yirmidört yıl sürdü. O hayatta iken
efendimiz başka bir kadınla evlenmedi.
Sevgili Peygamberimiz'in İbrahim ismindeki
çocuklarından başka bütün evletları Hadice validemizden dünyaya gelmiştir. İlk
çocukları Kasım'dır. Bu sebeple Peygamberimize "Ebül Kasım" denir... diğer
çocukları: Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah'dır.
böylece Hadice annemizden ikisi erkek dördü
kız olmak üzere altı çocukları olmuştur. Kızların büyüğü Zeynep, küçüğü
Fatıma'dır. Babasının gözbebeği yavrusu Fatıma, Efendimiz kırk yaşında iken
düyaya gelmiştir.
Küçük Kasım'la Abdullah, Mekke'de olmak üzere
bütün çocukları kendileri hayatta iken vefat ettiler. Sadece göz nurları Fatıma
anneciğimiz hariç. Bu can yavruları kendilerinin büyük göçlerinden altı ay sona
ebediyet alemine yollandılar...
... İşte Sevgili Peygamberimizin bir bir
yavrularını kaybetmeleri, Onların böylesine zor bir imtiha tabi tutulmaları bazı
müşrikleri zevklendiriyor. Bunlardan As bin Vail ismindeki küstah, "Muhammed'in
nesli kurudu. Bundan böyle ebterdir. Soyu bitti" deme cür'etinde bulununca bu
ağır sözler yüce Allah'ı incitti ve Kevser suresini göndererek bu sefil söze
cevap verdi:
"-Asıl sana ebter diyenlerdir ki ebter
olacaktır."
Elbette Rabbimizin buyurduğu oldu ve
sevggilisine dil uzatanlar kurumuş ağaçlara dönerken O'nun mübarek soyu Hazret-i
Ali ve Hazeret-i Fatıma evletları Hasan ve Hüseyin efendilerimizle devam etti.
Hem de yüce Allah bu soya öyle bir bereket verdi ki, başka hiç bir nesilde
görülmeyen nve görülmeyecek şekilde Hazret-i Hüseyin çocukları Seyyidler ve
Hazret-i Hasan çocukları Şerifler çoğala çoğala bütün yer yüzüne
yayıldılar.
ASIL HÜRRİYET
AF EDİP YA RAB BAĞIŞLA CÜRM-Ü İSYANIM
BENİM,
HIFZ İLE AHİR NEFESDE SIDK U İYMANIM
BENİM
2. Sultan Mustafa Han (İkbali)
Sevgili peygamberimiz, Hadice validemizle
evlendikten sonra da ticaret yaptılar. Saib bin Abdullah'ı ortak almışlardı.
Hisselerine düşen kazançla fakir ve yetimlere yardım ediyorlardı.
Henüz vahiy gelmesine zaman var. Otuziki-otuüç
yaşlarındalar. Gözlerine nur görülüyor ve gaipten kendilerine isimleri ile hitap
eden sesler duyuyorlar. Bunları sadece sevgili zevcelerine açıyor; başka kimseye
söz etmiyorlar...
Hadice validemiz, bir gün yeğeni Hakim bin
Hizam'dan Şam'a gittiğinde kendisine bir köle satın almasını rica
ettiler.
Genç, halasının isteğini Zeyd bin Harise'yi
satın alarak yerine getirdi.
Zeyd, sekiz yaşlarında güzel bir çocuktu...
bir gün annesi ile birlikte akrabalarında misafir olarak bulunurken ev basılmış
ve pazar yerine götürülüp köle olarak satılmıştı.
Efendimiz, Zeyd'i Hazret-i Hadice'nin yanında
görünce hanımından mbu köleyi kendisine vermesini rica etti.
Aziz kadının Zeyd'i O'na hediye etmesi üzerine
alemlere rahmet olarak gelmiş merhamet sultanı, sallallahü aleyhi ve sellem,
Zeyd'i derhal azad etti ve bundan böyle hür olduğnu, istediği yere
gidebileceğini müjdeledi.. ma; sevinçler içinde kalan yavrucak onları terk
etmedi. Nasip ve hikmet. Allah, öyle takdir etmiş ve o küçücük çocuk her
hallerinden iyi insan iyi insan oldukları anlaşılan bu aileden
ayrılmamıştı...
Zeyd'in babası Haris'e yanık şiirler söyleyip
ağlayarak köşe bucak yavrucuğunu arıyordu.... annesi ise hasretten deli divane
olmuştu... Hac zamanı Zeyd'in kabilesinden bazı şahıslar Mekke'ye gelince Zeyd'i
gördüler ve O'na ana babasının yana yakıla kendisini aradığını haber
verdiler.
Zeyd:
-Biliyorum, dedi. Ebeveynimin yokluğuma
ağlayıp beni aradığını biliyorum. Ama artık yorulmasınlar ve benim için oradan
oraya deve koşturarak aranmasınlar. Benim şimdi çok kıymetli insanların yanında
bulunuyorum, dedi.
Adamlar, memleketlerine dönünce Zeyd'i
gördüklerini, bulunduğu yeri ve konuşmalarını babasına anlattılar.
Harise, yavrusunun hala köle olduğunu
zannederek yanına fidye parası ve kardeşini alarak Mekke'nin yolunu
tuttu.
Günler süren bir yolculuktan sonra Peygamber
efendimizi buldular ve yalvaran bir dille:
-Oğlumuz için kapına geldik. makul bir fidye-i
necat iste derhal bu kurtulma parasını sana takdim edelim ve can parçamızı alıp
yurdumuza gidelim...
Sevgili Peygamberimiz:
-Oğulunuz kim, diye sordular.
-Zeyd! Zeyd bin Harise.
-Paradan başka bir hal tarzı bulsak olmaz
mı?
-Ne gibi?
-Zeyd'i çağırarak serbet iradesi ile karar
vermesini söyleyelim. Eğer sizinle dönmek isterse fidye-i necat vermenize
ihtiyaç yok; alıp götürebilirsiniz. Fakat beni tercih ederse Vallahi ben-beni
tercih edene kimseyi tercih etmem
Bu cevap Zeyd'in baba ve amcasını çok
rahatlattı; sevindiler ve:
-Adil ve güzel bir usül buldun,
dediler...
Efendimiz Zeyd'i çağırttılar.
-Zeyd, bu misafirleri tanıyor
musun?
-Evet efendim, şu babam, şu da
amcam.
-Pekala... baban ve amcan seni almaya
gelmişler.
Beni biliyorsun. sana olan şefkatimi de
biliyorsun... istersen beni tercih ederek burada kalırsın; istersen babanla
gidersin, karar senin?
Babası ve amcası heyecanla Zeyd'e
döndüler:
Zeyd sakin ve yaşının üstünde bir
olgunlukla:
-Benim anam da babam da sensin. Ben, kimseyi
sana üstün tutamam. Bu mümkün değil!...
Cevap, Harise ile kardeşi Ka'b'ı kalbinden
vurmuştu. Neye uğradıklarını anlamıdlar.
Ancak:
-Yazıklar, yazıklar olsun sana!... Demek ki
sen köleliği, hürriyete, bana, amcana, annene ve kardeşlerine tercih ediyorsun
ha? diyebildiler.
Renkleri kül gibi olmuştu, heyecandan titriyor
ve çaresizliğin pençesinde kıvranıyorlardı... son cevap büsbütün yaktı
onları:
-Evet!... Hiç bir zaman, hiç bir yerde kimseyi
bu zata tercih edemem!...
Elbette Zeyd de ana-baba sevdiklerini üzdüğü
için üzülüyordu ama; ana-babaya tercih edilenler de var. Hele o, yakından
tanıdığı bu büyük insan olursa... nasıl bırakıp gitsin? Eğer kölelik buysa,
hürriyet kaç para eder!...
Allahım bizi de O dünya ve ahiretin;
onsekizbin alemin en yükseğine köle et. O'na köle olmak ki asıl
hürlüktür...
............
Sevgili Peygamberimiz bir babayı üzerler mi...
Kalbi yaralı bir insan o büyük kapıya gelsin de yine aynı yara, aynı dertle geri
dönsün; efendimiz buna razı olur mu?
Zeyd'in bu vefasına çok memnun olmuşlardı.
O'nu ve babası ile amcasını alarak Kureyşliler'in yanına gittiler. Ve Harise ile
Kab'ı bir kere daha şaşırttılar:
-Ey hazır olanlar! Şahid olun ki bundan sonra
Zeyd benim oğlum ve mirascımdır.
efendimiz, böylece Zeyd'i evlat edndiler. Ve
bu muameleye hazır olan herkes şahid oldu... harise ve kab, bu hareketten çok
razı olarak, Peygamberimize teşekkür; evletlarına veda ederek Mekke'den
ayrıldılar...
Ahzab Suresi nasil oluncaya kadar Zeyd; "Zeyd
Bin Muhammed" olarak anıldı... Bu sure-i şerifin kırkıncı ayeti, evletlıkların
öz babalarının ismi ile çağırılmasını emretmesi üzerine bu nasipli gence yeniden
"Harise Bin Zeyd" denilir olud...
O, öyle nasipli ki Hadice annemiz ve Hazret-i
Ali'den sonra islamiyeti kabul eden üçüncü insandır, radıyallahü anh.
Beyt-i Şerif... Şerefli ev; Kabe.
Kabe'nin duvarları, sel suları, içinde bulunan
ve hazine olarak kullanılan kuyudaki kazılar, şiddetli sıcak ve şiddetli soğuk
gibi tabiat şartları sebebiyle eskimiş.. yenilenmesi şart.
Ancak; yenilenme, duvarların İbrahim
peygamberin kurduğu temellere kadar yıkılarak tekrar inşası iele
mümkün...
Kabile temsilcilerinin aralarındaki
müzakerelerden sonra vadıkları sonuç bu...
...ama, Kabe duvarlarını eskirmiş dahi olsa
yıkmaya cesaret edemiyorlar.Ya başlarına bir gelirse!!!
... kur'a çekerek duvarları paylaşmayı ve bu
suretle yıkım faaliyetine başlamayı bir sıkıntı ve hayır gelirse kimsenin bundan
istisna edilmemiş olmasını kararlaştırdılar.
...kur'alar çekildi. her kabilenin yeri belli
oldu.
Ne var ki beklenmedik bir şey daha oldu.
Kabe-i Şerifin içindeki kuyuya yerleşmiş ve kafası oğlak başı kadar olan bir
koca yılan, kim, duvarlardan bir parça yıkmak istese süzülüp duvara çıkarak onu
öldürmek istiyordu...
Bu hal karşısında kabe'nin tamir edilmesi
imkansızdı...
Duası makbul kimseler buldular. bunlar,
yılanın defedilmesi ve kendilerine mukaddes binayı imara izin verilmesi için
Allahü tealaya yalvardılar.
...Bu sırada yılan, öğle sıcağında duvarlardan
birinin üzerine çöreklenmiş uyuyordu.
Cenab-ı Hak, ağzı dualıların yalvarışını kabul
etti... aniden bir beyaz kuş görünerek, yılanı kaptığı gibi götürerek Ciyad
Dağı'na attı...
Sabileler, kendilerine ait yerleri İbrahim
aleyhisselam'ın attığı temele kadar yıkarak duvarları yenilemeye
başladılar.
...duvarlar yükselip sıra Hacer-ül Esved
taşını yerine koymaya gelince her kabile bu şerefi kendisine mal etmek için
diğerine müsaade etmemeye başladı. Münakaşa çok şiddetlendi. Nerede ise
kabileler bir birlerine girecek ve şiddetli kan dökülecekti. Velid bin el Mugire
yaşlı ve tecrübeli bir ihtiyardı. Zorlukla havayı yumuşattı ve şu teklifte
bulundu:
-Yarın Beni Şeybe kapısından ilk girecek olan
şahıs, bu ihtilafın hakemi olacak ve hal tarzı onun göstereceği şekil
olacaktır.
Herkes teklifi yerinde bulundu.
Ertesi gün mlerakla beklemeye başladılar.
Acaba Beni Şeybe kapısı'ndan en önce kim girecekti. Gelecek olanın şahsiyeti çok
mühimdi. Böyle bir nizayı halledebilecek kabiliyette biri olcaktı; yoksa bu
ieşin altından kalkamayacaktı da kan gövdeyi mi götürecekti?
...herkes, bu ve benzeri kaygılar içindeyken
gözlenen kapıdan ilk geçip gelen Sevgili Peygamberimiz oldu...
Aaynı anda da bekleyenlerde büyük bir
rahatlama ve yüz hatlarında gevşeme izlenişordu. Zira O, Muhammed'ül Emindi, Ve
en adil ve güzel karar vereceğinden şüphe edilemezdi.
Problem, efendimize arzedildi ve çok vahim bir
manzara olduğu ilave edildi.
Peyşgamberimiz hemen misk kokukulu hırkalarını
çıkarıp yere serdiler ve Hacer-ül Esved taşını üzerine koydular. Sonra da her
dört kabileden birer kişi istediler... bui temsilciler Muhammed'ül Emin'in
talimetıyla hırkanın birer ucundan tutarak duvara kaldırdılar. Peygamberimiz,
mübarak cennet taşını kendi elleriyle alarak yerine koydular.
Resulullahın otuzbeş yaşında bulunduğu sırada
cereyan eden tamir işinde bulundukları bsu ince ve manalı çözüm ile Mekke'de bir
iç harbi önlenmiş oluyor ve hadise günlerce konuşuluyordu.
..........
Sevgili Peygaberimizin geleceğini
müjdeleyenlerden biri de Iyad Kabilesinden Kass İbni Saide. Devrin en iyi
hatiblerinden. Arapçayı billurdan kelimelerle çok mükemmel şekilde tasarruf
ediyor. Şu an Ukaz Panayırında. Çevresi dinliyenlerle sarılı. Dinliyicilerden
bazıları da yine iyi söz ustalarından.
Kass kızıl bir devenin üzerinde;yaşı, yüzü
geçmiş.
Kelimeleri seçerek, meneyı ve maksadı en iyi
ifade eden kelimenin bütün tesir gücünü hesaplayarak konuşuyor:
-Ey insanlar! Geliniz! Dinlemeye, bellemeye ve
ibret almaya ihtiyacınız var!
Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olmacak ollur .
Yağmur yağar, otllar biter. Çocuklar doğar; ana ve babalarının yerini alır.
Sonra onlar da gider, Vukuatın duru durağı yoktur. Birbirini takip eder. Kulak
tutunuz; dikkat ediniz. Haber var gökyüzünde, işaret var yeryüzündde. Yıldızlar
yürür, denizler durur.
Gelen durmaz, giden gelmez. Acaba gittikleri
yerden hoşnud kaldıkları için mi dönmüyorlar yoksa orada tutulup uykuya mı
dalıyorlar.
Yemin ediyorum!...
Allah indinde öyle bir din var ki, şimdiki
dininizden daha aziz daha sevgili....
Yemin ediyorum!
Allah, bir Peygamber daha
gönderecektir.
Yakında zuhur edecek... gölgesi üstümüze
düşmeye başladı.
O Pelgambere iman eden bahtılara ne saadet.
O'nu inkar edecek bahtsızlara yazıklar olsun.
Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen
ümmetlere.
Ey insanlar!
Hani aba ve ecdat?
Hani süslü kaşhaneler?
Hani taş saraylar sahibi ad ve
semud?
Hani tanrılık iddia eden Firavun; ya Nemrud
nerede?
Onlar sizden zengin ve kalabalıktı.
Toprak onları değirmeninde öğüterek toz etti.
Kemikleri bile kalmadı. Evleri ıssız ve kimsesiz.Yerlerini ve yurdlarını şimdi
köpekler şenlendiriyor.
Aman, aman! Onlar gibi kafil olmayın ve
onların izinde gitmeyin.
Her şey ölümlüdür.
Baki olan yalnız ve yalnız Cenab-ı
Hak'dır.
Tapılacak sadece Allah'dır.
Doğmamış ve doğurmamıştır.
Evvelkilerden nice nice hikmetler geriğe
kald.
Unutmayın ki ölüm ırmağına girecek kıyı çok;
fakat kurtulcak yeri yoktur... ister yaşlı, ister küçük, vadesi dolan bir saniye
bekleyemeden göçüp gidiyor; bir daha geri gelmemek üzere gidiyor.
Bunlar şüphesiz benim de sizin de akibetiniz..
İyi düşünün, nereden gelip nereye gidiyoruz; niçin varız ve ne
olacağız?...
... Kass İbni Saide, Sevgili Peygamberimizi
haber veriyordu. Ama ne tuhaftır kendisini dinleyenler arasında ahir zaman
Peygamberinin bulunduğunu bilmeden konuşuyordu.
Bu sözlerden iki üç yıl gibi az bir zaman
sonra islamiyet bütün insanlığa tebliğ edilmeye başlandı. Yazık ki efendimiz
insanlığı hakikate davet ederken Kass'ın ömrü bu daveti almaya yetmedi.
Ölmüştü...
Sevgili Peygamberimiz, İslamiyeti yaymaya
başladığında, Iyad kabilesinde Kass'ın yerini yine O'nun gibi bir muvahhid olan
Carud almıştı... Carud, bekledikleri son Peygamberin bir güneş gibi zuhur ettiği
haber alınca kabilesinin önde gelenlerini yanına alarak huzura çıkıp O'nun
getirği dini kabul ettiler.
Bir kabilenin bütünüyle müminler safına
iltihakından memnun olan Peygamberimiz:
-İçinizde Kass İbni Saide'yi bilen varmı? diye
sordular.
Carud:
- Ya Resulallah; cümlemiz biliriz . Bilhassa
ben daha iyi tanırım. Çünkü hep O'nun yolundayım
Efendimiz:
- Kass İbni Saide'nin Suku Ukaz'da kızıl tüylü
bir devenin üzerinde olduğu halde, yaşayan ölür, ölen fena bulur, Olacak olur,
diye hutbe vermelerini unutamıyorum... daha başka şeyler de söylemişti. Hepsi
hatırımda dağil.
Ebu Bekr radıyallahü anh:
- Ya Resulallah. O gün Suku Ukaz'da Kass'ı
dinleyenler arasında ben de vardım. Söylediklerinin tamamı aklımda dedi ve
konuşmayı aynen tekrarladı. Carud'un bir arkadaşı da izin alarak Kass'dan bir
şiir okudu. Şiir çok açık bir şekilde Sevgili Peygamberimizi haber
veriyordu.
Peygamberimiz, kendilerini büyük bir aşkla
insanlığa duyurmaya çalışan Kass için şu müjdeyi vererek O'nun dostlarını
sevindirdiler.
-Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak, O'nu kıyamet
günü tek başına bir ümmet olarak diriltecek ve bana yolluyacaktır.
BATMAYAN GÜNEŞİN DOĞUŞU
OKU! BÜTÜN MEVCUDATI YARATAN RABBİNİN İSMİYLE
Kİ; O,İNSANI KAN PIHTISINDAN YARATTI, OKU Kİ SENİN RABBİN KALEMLE YAZI YAZMAYI
ÖĞRETEN, İNSANA BİLMEDİĞİNİ BİLDİREN KERİMLERİN KERİMİ VE İHSAN
SAHİBİDİR.
Alak suresi / 1-5
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve
sellem, ileride kendilerine damat ve yerlerine halife olacak Hazret-i Ali'yi
henüz ufacık bir çocukken yanlarına aldılar... doğduğu amdan beri onunla
yakından meşgul oluyoırlardı. Ama, çekilen şu kıtlık, himayelerine de almalarını
gerektirdi...
Öncekilerden daha büyük bir kıtlık, hali-vakti
yerinde olanları bile sarsmış ve herkesi geçim darlığına düşmüştü.
Sıkıntı içinde olanlardan biri de Ebu Talib;
Hazret-i Ali'nin babası... Mübarek Peygamberimiz amcasını düşünüyor. Çocukları
çok olduğundan eli darda. Bunca iyiliğini gördüğü insanın yükünü hafifletmek
için bir çare bulmalı.... Akri halde Ebu Talib yoklukla mücadele ederken O'nun
rahat olması mümkün değil.
Diğer amcalardan Abbas'a
gidiyorlar:
-Amcam Ebu Talib'in üyük sakıntıda olduğunu
biliyorsun. Nüfusu kalabalık. Çocuklardan birini sen birini de ben kendi
evlerimize alırsak sanırım yükü hafifler. Fikrime ne dersin?
Hazret-i Abbas, radıyallahü anh teklifi
isabetli buldu. Birlikte Ebu Talib'in evine geldiler. Ve geliş maksatlarını O'na
izah ettiler.
Ebu Talib, kendisinin düşünülmü olmasına ve
gösterilen vefa hissine memnun kalarak:
-Akil ile Talib'i bana bırakın; diğer ikisini
siz bilirsiniz, dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Abbas Cafer radyallahü
anh'ı Efendimize Ali kerremallahü vecheh'i bakım ve himayelerine
aldılar.
...böylece Ali radıyallahü anh efendimiz,
küçük yaşlarından itibaren önlerinde örnek ve taklid edilecek insan olarak
kainatın baştacını buldular... Bu iri siyah ifözlü buğday tenli, güler yüzlü
güzel mi güzel çocuk, hep ona özendi, hep O'na benzemeye uğraştı, O'nun
yaptıklarını ölçü aldı vöe daha on yaşındayken Müslüman oldu.
Peygamberimiz otuzdokuz yaşındalar... gündüz
vukua gelecek hadiseleri uyku ile uyanıklık arasında iken gece rüyü olarak
kendisine gösteriliyor.
Rüyalar aynen çıkıyor.
Böylece insanlığın kurtarıcısı, nübüvvetin
kırkaltı cüzünden bir cüz olan bu sadık ve salih rüyalarla pelygamberliğe
hazırlanıyor.
Yine bu sıralar "Ya Muhammed" diye sesler
duymaya devam ediyorlar.
Büyük an'a; vahyin inzaline; peygamberlik
gelmesine altı ay var... bu günlerde yalnız kalmak istiyorlar. Yanlarına bir
miktar yiyecek alarak Mekke'ye bir saat uzaklıkta olan Hira Dağı'ndaki bir
mağaraya gidiyorlar.
Derin gökler, engin çöl ve ıssız ve sessiz
Hira Dağı... Burada İbrahim Aleyhisselamın buyurduğu tarzda Rablerine ibadet ve
muazzam tefekkür içindeler.. Bazan Mekke'ye inerek Kabe-i Şerifi ziyaret ve
tavaf ettikten sonra evlerine gelip bir müddet kalıp ekmek, zeytin gibi azık
alarak yine Hira dağı'na çekiliyorlar....
Bazı kadınlar da faaliyetteler. Hadice
Radıyallahü anha'nın kalbine fitne sokmaya çalışıyorlar. Dedikleri
şu:
-Bak; sen mal-mülk neyin varsa O'na
bağışladın. Kocansa senden uzaklaşıyor. Herhalde seni sevmiyor!
Validemizin bu cahilce sözlere
cevabı:
-bunlar benim ne aklıma ne hatırıma gelir.
Yanılıyorsunuz. O benle alakasını kesmez. kendisinde saadet nişanları ve
Peygamberlik işaretleri var. Yıllardır beklediklerimin yakında ortaya çıkacağını
tahmin ediyorum.
-Hadice annenin üstün bir idrak ve sezişle
ortaya koyduğu tesbit tamamen isabetlidir.
Ramazan ayının ortaları. Bir gece efendimiz,
inzivada bulundukları Hira'dan evlerine dönüyorlar. Safa ile Merve arasına
geldiklerinde bir ses ile derinden derine ürperdiler:
-Ya Muhammed, sen Allah'ın Resulüsün, ben de
Cebrailim...
Ses gökten geliyordu. Başlarını
kaldırdıklarında Cebrail Aleyhisselamı gördüler... İnsan şeklindeydi. Allahın
sevgilisi, meleklerin en üstünü ilk defa gördüklerinden tanıyamıdı.
..........
Acaba gördüğü ilahi bir hadise mi idi yoksa
cin veya şeytanlar mı kendisiyle uğraşıyorlardı.
Cebrail kaybolana kadar bulundukları yerden
kıpırdayamadan hep ona bakakaldılar.
Evlerine doğru yürümeye başladılar. Yol
boyunca kendilerine selam verildiğini işitiyorlar. Her tarafa baktıkları halde,
taş ve ağaçlardan gayrı bir şey görülmüyor. Taş ve ağaçlar, ahir zaman
Nebisine;
-Aleyke Ya resulallah, diyerek, selam
veriyorlar. Efendimiz başlarına gelen bu fevkalede halden bayağı endişeye
düşmüşlerdi. Bu halin sırrı, hakikatı aslı neydi?
Büyük düşünce ve ızdorapla eve
girdiler...
Hemen kendilerini karşılayan zevceleri Hadice
radıyallahü anha;
-Yüzünde bu ana kadar şahid olmadığım bir nur
müşahede ediyor ve bgüne kadar rastlamadığım bir güzel koku alıyorum,
deyince:
-Ey Hadice, bir takım seisler işitiyor ve
ışıklar görüyorum, dedikten sonra şimdiye kadar yaşamadıkları bazı haller içinde
olduklarını ifade ettiler ve şöyle buyurdular:
-Cinlerin musallat olarak beni kahin
yapmalarından korkuyorum. Halbuki ben, putlardan da kahinlerden de nefret
ediyorum.
-Allah seni üzmez ve utandırmaz! Böyle deme ve
korkma... A llah senin başına böyle birşeyler vermez. Cinler semtine bile
gelmez. Çünkü sen, öyle güzel ahlaklısın ki, sözlerin hep doğru, emanete daima
riayet edersin. Akrabalarla bağını kesmezsin, misafiri seversin, düşkünlere
yardım edersin, başına felaket gelmişlerin imdadına koşarsın... Lütfen sabır ve
sebat göster. Bütün insanlığa Peygamber olacağına eminim. Korkma...
Bundan bir gün sonra; Miladi 611 tarihinin
Şubatına denk gelen Ramazan ayının 17.gecesi. Güneş henüz doğmamış. Ortalıkta
çıt yok.. Dünya bir uçtan öbür uca kadar kalın bir sessizlik tabakası ile
kaplanmış gibi. O, Sallallahü aleyhi vessellem, bu ürpertici yalnızlıkla yine
Hira Mağarasında itikaf ve ibatdetle meşgulle...
Gece sehere doğru akıyor. İşte tam bu sırada
mağarayı bir ışık atomu en dip noktaları dahi aydınlatan bir nur doldurrdu.
Sevgili Peygamberimizin karşısında Cebrail Aleyhisselam. Çok güzel bir insan
şeklinde. Üzerinde sırmalı atlastan bir cübbe var. Güzel kokular
sürünmüş.
Büyük melek konuşuyor. Konuşurken de semadan,
dağlardan ve ağaçlardan sesi geliyor Hayret verici bir hal.
Bu an kainatın yaşadığı en kıymetli zaman
birimlerinden biridir... Kırk beri tanıyan herkesin üstün ahlak ve yaradılışına
tarifsiz bir hayranlık duyduğu Muhammed'ül Emin, Alak Suresi'nin ilk beş ayeti
ile Nebi olmaktadır.
Melek , ilahi emri iletiyor:
-Oku / İkra!
Efendimiz şaşırıyorlar:
-Okumuşluğum yok. / Ma ena bi-kari!
Bu cevap üzerine vahiy meleği Peygamberimizi
kucaklayarak kuvvetle sıktı ve tekrar :
-Oku! dedi.
Cevap aynı:
-Okumuşluğum yok!
Cebrail, aleyhisselam, bir kere daha sıktı ve
yine: -Oku;
Cevap:
-Okumuşluğum yok.
Cebrail, Peygamberimizi üçüncü defa sıkıp
bıraktı ve O'nu kalbinde surenin silmeyecek tarzda yer edecek hale geldiğini
anlayınca ilahi fermanı nakletti.
-Oku! Bütün mevcudatı halkeden Rabbinin
ismiyle ki; O, insanı kap pıhtısından yarattı. Oku! Ki senin Rabbin kalemle yazı
yazmayı öğreten, insana bilmedeğini bildiren kerimlerin kerime ve ihsan
sahibidir. Peygamberimiz de ayetleri melekle birlikte okumuştu... Yirdmiüç yıl
decam edecek olan vahiy başlamış ve ebedi islam güneşi batmamak üzere bu gecenin
seherinde doğmuştu.
-Cebrailin görünmesi, O'nu üç kere sıkması ve
sureyi ezberlemesi hepsi an bile denmeyecek bir kısa zaman parçası içinde olmuş
ve büyük melek gözden kaybolmuştu...
Sevigili Peygamberimiz, gelen surenin mehabeti
ile ürpertilerle dolu olarak mağaradan çıkıp evinin yolunu tuttular. Eve varır
varmaz :
- Beni örtünüz! buyurarak heyacan ve
ürpertileri geçene kadar yatakta istirahat edip sakinleştikten sonra
yaşadıklarını Hadice'ye anlattılar. Hala karşılarına çıkan fevkaladeliğin
rahmani mi şeytani mi olduğundan emin değiller.
İşin hakikatını tahkik için Varaka Bin
Nevfel'e gittiler. Artık gözleri görmez olmuş bu çok yaşlı ve alim zat, işin
doğrusunu onlara anlatabilirdi.Varaka efendimizi dienledikten sonra:
-Bahsettiğin, Cenab-ı Hakkın Musa ve İsa
Peygamberlere gönderdiği dürüstlük timsali manasında "namus-u ekber" ünvanlı
cebraildir. Yemin ederim ki sen İsa Aleyhisselamın haber verdiği son
Peygambersin. Yakında ilahi emirleri tebliğ ve cihad buyurulur. Keşki ben de
genç olsaydım da seni kavmin Mekkeden Hicrete zorladıkları zaman yardımcı
olabilseydim.
Mekke'den mi çıkarılacağım?
-Evet seni yalan söylemekle itham edecekler.
Vahiy tebliğ edip de milletinden düşmanlık görmemiş Peygamber yoktur, dedi. Ve
iki cihan güneşinin alnından öperek uğurladı.
Efendimizin böylece Peygamber olarak
vazifendirildiklerine şüpheleri kalmadıe... Ama ilk vahiyden sonra üç yıl vahiy
enmadi. Bu zaman içinde yine meleklerin büyüklerinden Mikail Aleyhisselam
gelerek Peygamberimize bazı bilgiler öğretiyordu.
Sevgili Peygamberimiz, bu devrede bazı
vakitler üzüntü ve tereddüte düşünce Cebrail Aleyhisselam görünerek:
-Ya Muhammed! Sen , Allah'ın Peygamberisin
diyerek O'ndaki üzüntüyü giderir ve huzurunu tazelerdi. Ancak Cebrail
aleyhisselam bu görünmelerde yüce Allah'tan vahiy getirmiyordu...
YA EYYÜHEL
MÜDDESSİR
Ey örtülere bürünüp yatan!
Kalk inzar eyle ve rabbini tekbir
et
Müddessir
Ya Resulallah! Biz cahiliyet zamanında yaşamış
insanlarız. Putlara tapar, öz çocuklarımızı kendi ellerimizle öldürürdük... bir
küçük kızım vardı. Bir gün bunu yanıma çağırdım; oyununu bırakıp sevinerek
geldi. Yürümeye başladım; yavrucak da peşimdeydi. Hem cıvıl cıvıl konuşuyor;
hemde bana yetişmeye çalışıyordu. Evimizden epeyce uzakta olan kuyunun başına
kadar ben önde o arkada olarak yürüdük. Oraya varır varmaz çocuğun kolundan
tuttuğum gibi kuyuya fırlattım.
...Boğulmakta olan masumun çığlıklar dolu
yalvarışı dağı taşı inletir:
-Babacığım!!! Babacığım!!!
Ama babanın kalbi kalb değil taştır
sanki.
Cahiliyet örfü, kalbleri taşlaştırmış,
vicdanları köreltmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, feci hadiseyi
dinleyince teessürlerinden ağlamaya başladılar. İpek kalbleribu müthiş
canavarlığı tahammül etmemişti.
Huzurda bulunanlardan biri günahını dile
getiren kişiye kızarak:
-Yaptığını beğendin mi? Allah'ın Resulünü
hüzünlendirdin, diye çıkışmaktan kendini alamadı.
Efendimiz, dertli babaya:
-Bir daha anlat! buyurdular.
Baba olanları şerha şerha bir yürekle tekrar
hikaye edince yeniden ağladılar; göz yaşları süzülüp süzülüp mübarak sakalını
ıslatıyordu. Yaşları sildikten sonra pişmanlıktan kavrulan elem dolu adamı
teselli ettilery
-Allah, cahiliyet sebebi ile yaptıklarınzı bir
daha işlemedikce o zaman bırakır; bugüne getirmez...İslamiyetin vahyedildiği
zamanlarda Arabistan ve bütün dünya cahiliyet içinde yüzüyor, başı çeken Arap
diyarı... babasının peşinden acaba bir şey mi verecek diye koşan küçücük bir
kızı sırf dahi kıpırdamadan sulara atan, diri diri toprağa gömen insanların
asrı.
Peygamberimizin islamiyeti yaymalarından evvel
esirler canlı canlı yakılıyor, hasımlar işkence ile öldürülüyor, ahlaksızlığın
her nev'i işleniyor, içki , kumar, hırsızlık her devirden ilerde bulunuyor,
dulların yetimlerin, kimsesizlerin malları gasb edileyordu. Hiç bir ölçü hir bir
kayıt kalmamıştı...önceki Peygamberlerden gelen dine ve yüce Allaha iman etmiş.
Hanif denen müminlerin hepsi bir avuç... diğerleri, Allaha inanıp ahireti, ceza
ve mükafatı kabul etmiyenler, Allah'a ahiret ve cezaya inanıp Peygamberliği
reddedenller ve ekseriyette olan putperestler... kendi elleriyle yaptıkları ağaç
ve taş veya taş heykellere tanrı diye tapan zavallılar.
Ve islamiyet... O mübarek din, böylesine
dehşet verici bir mekana inmek üzere bulunuyordu. O hassasların hassası,
incelerin incesi yüce Resul işte bu insanları ve daha nice insaf ve merhametten
habersizleri yola getirerek onları insanlığa örnek birer yıldız
yapacaktı.
Efendimiz tam kırk yaşında iken Cebrail
aleyhisselam Hira dağında O'na gelerek "oku!"diye başlayan ilahi emri bildirmiş;
kendisinin Peygamber olduğunu müjdelemiş ama bundan sonra bir daha vahiy
getirmemişti... Rabbinden haberin gecikmesi yüce Peygamberi endişeye üzüntülü
düşüncelere sevkediyordu... bir gün yine bu halde iken Hira mağarasına çıkmıştı;
orada ibadet ettikten sonra evine gitmek üzere dağdan inerken bir ses işittiler.
Başlarını kaldırıp baktıklarında Hira'da kendisine gelen melegi altıyşüz kanadı
açık olarak müthiş ürperdi veren bir manzara ile yerle gök arasındaki kürsüde
oturmuş olarak gördüler.
Efendimizin heyacandan mübarek kalbleri
çarpmaya başladı. Diz üstü şere düştüler. Ve derhal kalkarak acele evlerine
gelip,
-Beni örtünüz! Beni örtünüz,
buyurdular...
Ve örtündüler.Hadice validemiz etraflarında
pervane.
Bu esnada kendilerine Cebrail göründü.
Müddessir suresinin ilk ayetlerini getirmişti:
Tarihi an; O'na sallallahü aleyhi ve sellem
Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmesi için risalet vazifesi tebliğ
ediliyor;
-Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! Kalk da
(kavmini Allah'ın azabı ile) korkut. (İman etmezlerse azaba uğruyacaklarını
kendilerine haber ver) Rabbini tenzih et. Elbiseni de temiz tut. Azaba sebep
olan şeyleri terketmekde sebat et.
Ayet-i kerime nazil olduğu sırada
Peygamberimiz "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirdiler ve gelenin cin ve şeytan
değil de melek olduğuna mutlak olarak inandılar. Cin ve şeytan tekbir getirilen
yerde duramazdı.
Vahiyler; insanlığı kurtaran ebedi
güzellikteki sözler... vahiy birkaç çeşit:
-Sadık rüyalar! uykuda görünenler aynen
çıkıyor.Sevgili efendimiz kırk yaşına girmeden önceki altı ayda rüyadaki bu
vahiylere Peygamberliğe hazırlandılar.
-Cebrail'in görünmeden vahyi Peygamberimizin
nur menbaı kalbine ilham yolu ile aktarması... "hiç bir nefs rızkını
tamamlamadan ölmez" şeklinde terennüm edilen hadisi şerifin kaynağı bu yoldaki
vahye bir misal.
-Cebrail aleyhisselamın, insan kılığında ve
mesala anlatılmaz güzellikteki Dıhye, radıyallahü anh, suretinde herkese
görünecek şekilde gelerek vahyi sevigili Peygamberimize iletmesi.
Mübarek vahiy bazan korku veren şiddetli
sesler biçiminde gelirdi. Bu şekilde geliş vahyin en ağır şiddetli olanı Kış
günü dahi olsa Resulullah-ın alnından gül tomurcukları gibi terler dökülür ve
yere çökerdi. Mesela Maide suresi nazil olurken insanlığın rehberi bir deve
üzerindedir. Hasıl olan manevi ağırlıktan hayvan çöker ve ayakları ufalanır...
böyle zamanlarda sevgili Peygamberimiz melek sıfatına girerlerdi.
-Bazan da Cebrail kendi şekli ile; altıyüz
kanadı açık ve parıl parıl parlayarak gelip vahyi haber verirdi. İki kere
olmuştur. İlki müddessir suresini getirdiğinde. İkincisi de Mirac gecesi
Sidretül müntehanın yanında...
Mirac gecesi Allahü tealanın harfsiz,
kelimesiz, sessiz, yönsüz ve mekansız olarak ve arada hiç bir melek ve vasıta
olmadan efendimiz gökler üzerinde iken O'na vahyetmeleri... beş vakit namazın
emredilmesi'nin şekli.
-Bazı vahiyleri de Yüce Allah, arada perde
olduğu halde Resulüne doğrudan doğruya bildirmiştir.
... artık vahiyler peş peşe gelmektedir.
Sevgili Peygamberimiz ilk zamanlar ayetleri ezberleyip unutmamak için Cebrail,
okurken O da tekrarlardı.. fakat vahiy gelerek buna lüzum olmadığı ve" O'nu sana
ezberletmek, okutmak bize aiddir. Biz O'nu sana okuduğumuz zaman sen yalnız
dinle. Sonra onu anlatmak, öğretmek yine bize düşer" buyuruldu.
Emri ilahi üzerine Sevgili Peygamberimiz
meleklerin en üstününü yalnızca dinliyor ve melek gidince de gelen ayetleri hiç
bir zorluk ve sıkıntı duymadan aynen eshabına okuyordu.
..........
Sevgili Peygamberimiz o devir arabistanında
yaşıyanların çoğu gibi Ümmi... ne okumuşluğu var; ne de yazmışlığı. İşte kendi
lisanlarından bu gerçeğin ifadesi:
-Ben ümmi Peygamber Muhammedim. Bendensonra
Peygamber yoktur.
Yüce Allah Ankebut suresi kırksekinci ayetinde
habibini doğruluyor.
Sen, bu kitap, gelmeden evvel bir kitabı
okumadın, yazı yazmadın. Okur-yazar olsaydın "başkalarından öğrendin"
diyebilirlerdi.
Evet; Efendimiz hiçbir mektebe gitmediler,
tahsil yapmadılar ve öyle esaslı bir seyahatları olmadı.Oniki yaşında Ebu Talip
ile Busra'ya onyedi yaşında amcası Zübeyr ile Yemen'e Yirmi yaşında Hazreti
Ebubekr ile Şam ve yirmibeş yaşında Hadice annenin mallarını satmak üzere yine
Şam'a olmak üzere hepsi hepsi dört defa dış seyahatlari oldu ki bunlarda öyle
uzak mesafeler değil.
Allah'ın emirlerini bildirmekle görevli bu
asil insanın ümmi olduğu, fazlaca seyahate igitmediği hakikatte bütün herkesce
malum. Öyleki müşriklerin arasında O'nun doğduğu günden Nebi olduğu kırk yaşına
kadar geçen ömrünü hatta gün gün bilen var. Ama buna rağmen şirkte inat
ediyorlar.
Bakınız müşriklerin azgınlıkların Nadr bin
Haris, Mekke'lileri başına toplamış ne diyor:
-Ey kureyş! Size öyle birşey çattı ki ne
yapsanız boş . Çünkü Muhammed aranızda büyüdü. O, beğendiğiniz bir çocuk, sevip
takdir ettiğiniz bir gençti. Sözü en doğru olan O'ydu. En fazla O'na itimat
ederdiniz. Şu yaşına kadar kendisine "Muhammed-ül Emin" diyen biz
değilmiydik?
...Anlatılanlar küfrün sonunun geldiğine bir
ikrar ve itiraftır.
-Kalk insanları irşad et, Azab ile
korkut!
Mealindeki ayeti kerime üzerine Sevgili
Peygamberimiz en önce durumu muhterem zevceleri üstün insan Hazreti Hadice
Radıyallahü anha'ya açtılar. Ve kendisini İslamiyeti kabule davet
ettiler.
Hadice annenin sevinçten aklı başından
igitmişti Zevkle Kelime-i Şehadet getirdiler:
Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve resulüh.
O' nun Allah'ın Resulü olduğunu ilk defa bir
kadın kabul ediyor ve buna şahid oluyordu... kadınlara kıyamete kadar yetecek
bir iftihar sebebi.
Cenabı Hak, Habibine gösterdiği büyük bir
yakınlık ve tertemiz sevgiden dolayı Hazreti Hadice'ye bu şeref ve imtiyazı
lütfetti.
Peygamberimiz memnun oldular. Ve imam olarak
zevceleri ile iki rekat namaz kıldılar.
Cebrail Aleyhisselam ilk gelişlerinden birinde
Sevgili Peygamberimize Yüce Allah'ın selamını bildirmiş ve dinin direği alan
ibadeti öğretmişti... Ayağını yere vurunca buradan su fışkırdı. Çıkan sudan önce
Melek abdest aldı, sonra Resulullah. Cebrail, imam olarak iki rekat namaza
durdular... kıyamete kadar gelecek müminlerin eda edeceği büyük ibadetin ilk
ifası ve ilk cemaat.
Peygamberimiz de, Cebrail'den gördüklerini
Hadice validemize öğreterek abdest almış ve kendisi imam olarak namaz
kılmışlardır... Henüz sadece sabah ve ikindi namazları emredilmiş.
Sevgili Peygamberimizle Hazreti Hadice'yi
namazda gören Hazreti Ali, efendimize bu yaptıklarının ne olduğunu sordu.
Peygamberimiz Ona İslamiyeti ve namazı anlatıp davetini yapınca henüz on yaşında
bulunan ve hiçbir günüha bulaşmamış olan Hazreti Ali, Kerremellahu vecheh, an
bile geçirmeden son Peygambere biat etti.
Böylece iman edenlerin ikincisi bir çocuk
oluyordu... İslamla şereflenen üçüncü insan Zeyd bin Harise. Azad edildiği halde
yüce insandaki yüksek ahlaka hayran kalıp yanından ayrılamayan eski köle.
Dördüncü Mümin ise Hazreti Ebubekir Radıyallahü anh... Kureyş'in en
itibarlarından. Herkesin büyük hürmet duyduğu, ihtilafları en adil bir şekilde
halleden değerli bir insan ve zengin bir tüccar. Hidayete ermeden önce de
putlara tapmışllığı ve içki içmişliği yok.
İslamiyetin açıklandığı günlerde iş icabı
Yemen'de bulunuyor.
Burada karşılaştığı yaşlı bir zat, kim
olduğunu ve nereden gelip nereye gittiğini araştırarak O' nu yakından
tanıyınca:
-Şu günlerde sizin Mekke'de bir Peygamber,
yeni bir dini ilan ediyor olmalı. O'na bir genç ile olgun yaşta biri yardımcı
olacaklardır... Genç ve gayet cesur ve atılgandır; olgun yaştaki adam ise beyaz
tenli ve zayıf vücutludur, diyerek Ebubekir Efendimizi tarife
başladı...
Ve Peygamberimizi öven şiirler okudu. Sonra bu
beyetleri bahsettiği Peygambere arz etmesini O'ndan rica etti.
Hazreti Ebubekr, Mekke'ye dönünce aralarında
Ebu Cehil'in olduğu müşriklerin seçkinlerinden bir gurup "Hoşgeldin" demek için
ziyaretine geldiler.
Ebubekr, radıyallahü anh:
-Şehirde mühimce bir şey var mı? diye sorunca,
zaten bunu kollayan münkirler:
-Şu senin kıymet verdiğin Muhammed-ül Emin var
ya; Ebu talibin yetimi. Peygamber olduğunu iddia etmeye başladı. Arada hatırın
olmasaydı, işini bitirecektik ama; şimdi sen gerekeni yaparsın..
Bunu işiten akıllı ve zeki insan onları
münasip bir şekilde savdıktan sonr:
-Ya Muhammed işittiğime göre sen atalarının
dinini terk etmişsin doğru mu?
-Ey Ebubekr! Ben, Allah'ın sana ve bütün
insanlara gönderdiği Peygamberim. Allah'ın birliğini ve benim Peygamberliğimi
kabul et!... --Resul olduğuna dair delilin var mı? - -Yemen'de konuştuğun
zat...
-Yemen'de birkaç ihtiyar ile görüşüp konuştum
Hangisini kastediyaorsun?
-Sana şiir söyleyeni!
Hazreti Ebubekr çok sevinerek;
-Ey aziz dostum. Sana bu haberi veren
kim?
-Önceki Peygamberlere gelmiş olan büyük
melek.
Bunun üzerine Ebubekr, Peygamberimizin elini
tutarak hiç tereddüt etmeden, kalbinin bütün hüçreleri ile Kelime-i şehadet
getirip Müsliman oldu... Onun yeni dini seçişi İslamiyete destek ve kuvvet
kazandırıyordu.
Her Mü'minin gönlünde iman nuru yanınca ebedi
hakikatler meşalesini başka yerlere ve başka insanlara da taşımaya başlıyor.
Ebubekr EFendimizin daveti ile Osman İbni Affan, Abdurrahman İbni Avf, Sa'd İbni
Ebi Vakkas, Talha İbni Ubeydullah iman ederek Hazreti Ebubekr ile birlikte O
peygamberler Peygamberinin; cin ve insan ve herşeyin Resulünün; Dünya ve
ahiretin efendisi, Sallallahü aleyhi ve sellemin yüksek huzuruna gelip namaza
durdular... saflar oluşmaya başlıyor.
Hadice validemizden sonra islamiyeti kabul
eden bu sekiz kişiye ünvanlarının tekrarlanması nasip oldu: İlk müslümanlar, ilk
ulvi kıymetler...
BÜYÜK DAVET
-Sana emrolunan şeyi açıkla, baş
Ağrıtırcasına anlat, müşriklere
aldırma
Hicr/94
Sabikun-u İslam denilen ilk müminlerden sonra
müsliman olanlar... Ebu Ubeyde bin Cerrah, Ebu Seleme Abdullah bin Abdülesed
Erkam bin Ebil Erkam, Osman bin Mazun ve kardeşleri Kudame ile Abdullah, Ubeyde
bin Haris bin Abdulmuttalib, Said bin Zeyd ve eşi Hazreti Fatıma binti Hattab...
her biri bir güneş. O'nun yolunun öncüleri, yardımcıları, fedaileri olan üstün
idrak ve muazzam basiret timsalleri...
İlk devirde İslamı seçenler topu topu otuz
kişi... bunların da çoğu gençler, fakirler, zayıflar ve kadınlar. İnkarcı
bedbahtların gözünde "Ebu Talib'in yetimi ve ciddiye alınmaya değmez bir avuç
garip olarak görülen bu ilkler, az zaman sonra öyle bir nur infalakını
gerçekleştirecekler ki dünya, bir uçdan bir uca zifiri karanlıktan apaydınlık
bir gündüze geçecek zaman bu istihalenin sancılarını yaşamanın
eşiğinde.
Bir ağaçtan öbür ağaca hayat taşıyan berrak su
akıntısındaki sükunet misali, tebliğ, ilk üç yılında bir gönülden bir gönüle
sessizce akıp durdu... namazda bile sureler yüksek sesle okunamıyor. Fakat
müminlere ilişen de yok. Çünkü müşriklerin putlarına, Ama söylenecek.
Bi'set denen mukaddes vazifenin
bildirilmesinin dördüncü senesinde Şura suresinin ikiyüz ondördüncü ayeti
kerimesi:
-Yakın akrabanı ahiret azabı ile korkutarak
onları hak dine çağır.
Efendimiz, mesele üzerinde uzunca düşünüp
bütün çetinliklerini gözden geçirdiği günlerde Cebrail, emri bir an evvel
yapmaya başlamasına dair vahyi indirdi...
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, Hazret-i
Ali'yi yollayarak yakınlarını Ebu Talib'in evinde topladılar. Gelen kırbeş
kişinin ikisi kadın, diğerleri erkek. Halası Hazreti-i Safiye'nin tavsiyesine
uyarak Ebu Leheb'i davet etmediler. Ama O da hazır gelmiş. Allah'ın Resulü,
misafirlere ancak bir kişiye yetecek miktarda bir kab yemek ile bir tas süt
çıkartıp onlar sofraya buyur ettiler, ve besmele çekerek önce kendileri
başladılar... hayret verici bir şey oluyordu. Herkes yediği halde ne yemek
eksiliyordu, ne süt... tamamı karnını doyurdu ama yemek de süt de ilk andaki
şekliyle olduğu gibi kaldı.
Bu mucize, akrabaları şaşkına
çevirdi.
Yemekten sonra Hakikat Sultanı sallallahü
aleyhi ve sellem, onları tam İslamiyeti kabule çağıracaktı ki Ebu
Leheb:
-Sihrin de böylesini hiç görmemiştik; sizi
güzel büyüledi, iftirasını atarak Hak Resul'e döndü ve yılan ıslığını andıran
sesi ile bir sürü hakaret yağdırdı.
...gelenler dağıldılar.
Sevgili Peygamberimiz, Rabbinin emrini yerine
getirememenin üzüntüsü ile mükedder oldu. Ebu Leheb'in sözleri O'na çok giran
gelmişti... günlerce müsait bir anı beklediler. Cebrail aleyhisselam gelerek
kendisini teselli edip cesaret verdi. Ve açık davete başlamakta daha fazla geç
kalmamasına dair ilahi arzuyu bildirdi.
Sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Ali'ye
seslendiler....
-Ebu Leheb'in sözlerini duydun. Hakaretleri
ile bana fırsat tanımadı. Gelenlerle konuşmama imkan kalmadan yağıldılar. Yine
önceki gibi yemek hazırla ve onları buraya topla.
Çağrılanlar, bir bir geldi. Herkes hazır
olunca yemek çıkarıldı... Ebu Leheb yine mecliste bir diken gibi göze
batıyor.
Peygamberlerin önderi, ayağa kalktılar. Gözler
üzerinde... acaba ne diyecek? Geçen defa konuşmamıştı. Ebu Leheb, mani
olduğundan geliş sebeplerini bile anlayamadan çıkmışlardı. Şimdi herşey
anlaşılacaktı. Kendilerini böyle üst üste toplamasının mutlaka mühim bir sebebi
vardı...
Herkes hazır olunca konuşmaya başladılar. İnci
gibi bir Arapça, güzel mi güzel bir ses ve mükemmel ahenk. Daha evvel
bilmedikleri, duymadıkları şeylerin belagatin en harikası ile
takdimi:
-Hamd, ancak Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamd
eder; sadece O'ndan yardım isterim. O'na inanır ve O'na dayanırım. Şüphesiz iman
eder ve size de bildiririm ki, Allah'tan başka mabud yoktur. Allah bildir ve
eşi-ortağı mevcut değildir. Size asla hilaf bir şey söylemiyor ve en mutlak
hakikatı tebliğ ediyorum. Gelin bir olan Allah'a iman edin. Ben, Allah'ın size
ve tekmil insanlığa gönderdiği Peygamberim. Yeminle söylüyorum ki, siz uykuya
daldığınız gibi ölecek ve ondan uyandığınız dirilecek ve hayatınız boyu
yaptıklarınızdan hesba çekileceksiniz. İyiliklerinizden mükafat
kötülüklerinizden ceza göreceksiniz. Böylece yeriniz cennet ve cehennem
olacaktır. İnsanlardan ahiret azabı ile ilk korkuttuğum kimseler
sizlersiniz.
Ebu Talib:
-En makbul iş sana yardımcı olmaktır. Ben seni
himayeye devamedeceğim.
Ama nefsime bakıyorum; eski dininde kalmaya
ısrarlı.
Yine Ebu Leheb atıldı:
-Abdülmuttalib oğulları! Bunun yaptığı doğru
değil... Bari başkaları durdurmadan biz karşı çıkalım. Yoksa Muhammed yüzümden
hepimiz ağır hakarete maruz kalacak ve belki de çoğumuz öleceğiz.
Ebu Leheb'in sözleri, Hazret-i Safiyye'yi
harekete geçirdi. Sevgili hala, dayanamamıştı:
-Ben hey kardeşim! Yeğenimizi ve dinini
desteklememek; hor görmek, küçültmeye çalışmak sana yakışıyor mu? Alimler,
Abdülmuttalib'in soyundan bir Peygamber geleceğini bildiriyor; sen O'nu
kötülüyorsun. Bu ne taze böyle? Vallahi O Peygamber işte karşımızda
bulunuyor!!!
Ebu Leheb, inat mı inat. Öfke iele
bağırdı:
-Seninki ham hayal! Zaten kadın değil misin;
ne anlarsın bu işlerden? Bütün işiniz erkeklere ayak bağı olmak! Yarın millet,
İsyan ederse biz ne yapabiliriz?
Ebu Talip, hışımla Ebu Leheb'e
döndü:
-Korkak!... Son nefesine kadar O'na
yardımcıyım; anladın mı? Dedi. peygamberimize:
-İnsanları imana çağıracağın zamanı bildir.
Silahlanıp seninle beraber gelelim.
Hava iyice gerginleşmişti.
Yüce Peygamber, söze kaldıkları yerden devam
ettiler:
-Ey Abdülmuttalib nesli. Vallahi, benim size
getirdiğim bu dinden daha üstün ve daha hayırlısını tebliğ eden olmamıştır. Sizi
söylenmesi kolay fakat mizanda sevabı çok yüksek olan iki kelimeyi söylemeye
davet ediyorum. İşte:" Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammed
abdühü ve Resuluhu" Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve
Resulü olduğuna inanır ve şahid olurum, demek. Yüce Allah, size bunu bildirmemi
buyurdu. Bazı mucizeleri de gördünüz. Öyleyse hanginiz çağrıma uyup benimle
oluyor?
Resuller Resulünün, hitabeti bitince ortalığı
bir sessizlik tuttu. Sanki herşey donmuştu. Çıt yok... başlar önde, kimbilir ne
veya neler düşünüyorlar.
Sevgili Peygamberimiz, sözlerini üç defa arka
arkaya tekrarlayıp muhataplarını aradılar. Ama nafile... Her üçünde de cevap hep
Hazret-i Ali'den geliyor:
-Bunların en küçük ve en zayıfı benim.Ama ben
sana yardımcı olmaya hazırım...
İlk iki cevapta efendimiz, Ali kerremallahü
vechehi yerine oturtarak öbürlerinden bir ses çıkmasını beklediler. Fakat
sözleri üçüncü kere cevapsız kalıp yine Hazret-i Ali aynı şeyi söyleyince
elinden tutup akrabalarından uzaklaştılar....
Onlar, ayrılınca kalabalık, Peygamberimizin
dedikleri ile alay edip gülüşerek dağıldı...
Herşeyin Peygamberi, hak bildiği yolda
yürümeye devam ediyor. Nasibi olanlar bir mbir hidayete ermekte.
Cebrail aleyhisselam ile yeni bir vahiy nazil
oldu. Şimdi sadece yakın akrabalar değil; herkes Müslüman olmaya davet
edilecek...
İşte Hicr Sure-i Şerif'in doksandördüncü
ayet-i kerimesi:
-Sana emrolunan şeyi açıkla. Baş ağrıtırcasına
anlat, müşriklere aldırma...
Şanlı Peygamber, Safa tepesindeler. Yüksekçe
bir taşın üzerine çıkmış olarak mübarek parmaklarını kulaklarına koyup gür ve
billur bir sesle Mekke'ye doğru seslendiler:
-Eyy Kureyş! Koşun. Buraya gelin! Size mühim
bir haberim var. Koşun!
Aşağıda sualler:
-Kim mbu seslenen öyle?
-Muhammed'ül Emin.Safa tepesine çıkmış bizler
çağırıyor.
-Gitsek mi acaba?
-Bir bakalım. Mühim haberi ne? Belki düşman
baskını falan vardır. O, emin insandır. Doğruyu haber verir.
-Hadi öyleyse!
Az sonra nefes nefese bir kalabalık, fahri
kainatın karşısına dizilmişti.
-Hayırdır, Ya Muhammed bizi merakta
kodun?
Gözler, hep O'nda,Muhakkak önemli bir şey
varki bu tepeye çıkarak ahaliyi yanına çağırdı...
Tane tane konuşuyor.Ve İslama gelmeyen bu
insanların akıl, vicdan, idrak ve basiretlerindeki pası sökmeye
uğraşıyorlar:
-Şu dağın ardından veya şu vadinin içinden
düşman atlılarının çıkacağını veya sabah akşam baskına uğrayacağımızı söylesem
bana inanır mısınız?
-Elbette, elbette,.. sesleri.
-Sen,hep doğru söyledin. Senden doğruluktan
gayrı bir şey ummayız...
Habib-i Ekrem istediği cevabı almıştı... bunun
üzerine Kureyş'in bütün ailelerini isim isim sayarak onları tevhide
çağırdılar.
-Sizleri kıyamet gününün azabı ile korkutmaya
memurum. Sizi "La ilahe illallah vahdehu la şerike leh"/ Allah, tekdir ve
kendisinden başka yaratıcı yoktur. diyerek iman etmeye davet ediyorum. Ben,
Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Eğer dediklerime inanırsanız yeriniz cennet
olacaktır. "La ilahe illallah" demezseniz size ne dünyada bir yarar, ne de öte
alemde bir imkan temin edemem
Kalabalık şok oldu...
Ebu Leheb...
İlk atılan, ilk söze karışan, kin kusan yine
O.Gözleri dışarı fırlamış; Öfkeden yanakları al al; kudurmuş gibi bir taşa
sarılıp o güzeller güzeli Efendimize fırlattı. Bir taraftan da
bağırıyordu:
-Bizi bunun için mi topladın?!!
Öbürleri birşeycik demezken hem de bir amcanın
böyle zalimane davranışı... Kainatın bir tanesine taş atan bu eller kurusa
müstehak değil mi?
İnsanlığın baştacına risalet vazifesinde engel
olmaya çalışan sadece Ebu Leheb değil; karısı Ümmü Cemil de geceleri
Peygamberimizin geçeceği yollara diken dökerek en kötü çeşidinden O'na cefa
verip yıldırma gayretinde...
Allahü teala sevgilisine taş atana Tebbet
Suresi ile:
-Ebu Leheb'in elleri kurusun; zaten kurudu,
dedikten sonra Ümmü Cemil'i "hammaletel-hatab/odun hamalı" olarak aşağıladı.
Sure, karı-kocanın kötülükleri sebebi ile inzal olmuştu.
Haklarında hususi vahiy gelip de böyle yerin
dibine geçirilmeleri Ebu Leheb'i mecnuna çevirdi:
Derhal oğulları Utbe ile Uteybe'ye koştu
ve:
-Kat'i emrimdir! Hemen karılarınızı boşayın!
Derhal, hiç vakit kaybetmeden!
Çünkü Sevgili Peygamberimizin kızlarından
Rukiyye, Utbe ile Ümmü Gülsüm, Uteybe ile evliydi... murdar adan, gelinlerini
boşatarak can yavrularına verilen bu sıkıntı ile Peygamberimizden intikam
alıyordu...
Peki; Utbe ve Uteybe, Allah Resulünün
kızlarını boşayacaklar mı?
Maalesef!..
Onun damadı olmak devletini bırakıp,
babalarının küfrüne destek oldular.
Uteybe, sade boşamakla kalmayıp yüksek huzura
koşarak bağıra bağıra:
-Seni sevmiyorum. Dinini de inkar ediyorum. Bu
sebeple kızını boşadım, dedi ve Efendimizin yakasına yapışarak gömleğini
yırttı.
Sevgili Peygamberimiz çok incindiler
ve:
-Ya Rabbi! Onun üzerine canavarlarından bir
canavar musallat et, diye beddua ettiler.
Onun duası geri çevrilir mi?
Uteybe, Şam yolunda iken bir arslan tarafından
parça parça edilerek berbat bir akıbet ile ölüp gitti...
........
Artık müşrikler için ahir zaman Peygamberinin
etrafında toplanan çüğu zayıf, fakir ve kadınlardan oluşan insanlar, ne bir avuç
gariptir; ne de ciddiye alınyama layık bulunmayan kimseler... gün gün çoğalıyor.
Ve hiç bir baskı, hiç bir tehdit, hiç bir usul, hiç bir vaad onları vahiyle
işaret edilen ve Resulullah tarafından gösterilen istikametten
çevirmiyor.
Lakaytlık şimdi düşmanlıkla yer
değiştirmiştir... münkirler, müşrikler, hepsi öfkeli. Çünkü gelen yeni din, puta
tapmayı reddetmekte, putları adi birer madde olarak telakki ve ilan etmekte; o
gün için ne kadar semavi din varsa hepsinin hükümsüz kaldığını; tamamının yerini
Muhammed nizamın aldığını açıklamakta ve insanları buna iman etmeyi şart
koşmaktadır.
Dahası var: Bu din, ırk üstünlüğü, kabile
imtiyazı, sülale seçkinliği gibi farkları kaldırarak serveti katar katar bir
zengin veya çıplak ayaklı bir köle de olsa aynı imanı paylaşan insanlar arasında
öz kardeşlikten daha gerçek kardeşlikler kurmakta.
...üstlerine doğru yuvarlanan kar yumağı
şimdilik küçük gibi görünse de belli ki bu bir çığın çekirdeğidir.
...alay edenler için şimdi korku dağları
bekliyor. İşte Kureyş büyüklerinden Ute, Şeybe, Ebu Cehil ve daha bir kaç isim,
Ebu Talib'in karşısındalar. Tavırları küstah. Rica ile karışık tehdit
ediyorlar.
-Sana saygılıyız; bunu biliyorsun. Hep
hatırını gözettik. Ancak şimdi huzurumuz kalmadı. Çünkü yeğenin, yeni bir din
ihdas ederek dediklerine inanmayanları küfür ve dalalette olmakla itham ediyor.
Bunu kabul edemeyiz. Ya nasihatinle bu sevdadan vazgeçer; yahut biz hakkından
gelmesini biliriz.
Ebu Talib, kibarlık yaparak bu kuru-sıkı
tehditleri aziz yeğenine açmadı...
Bir müddet sonra kafirler değişen bir şey
olmadığını anlayınca yine Ebu Talib'e geldiler:
-Sözlerimizin kaale alınmadığını görüyoruz.
Biz, senin hatırını incitmek istemedik. Fakat kararımız taviz verilmez kesin bir
karardır. Ya O yok olacak veya biz! Artık sabır ve tahammülümüz
tükendi...
Ebu Talib, bir fitne çıkmaması için ne kadar
uğraştıysa da bir netice alamadı. Bunun üzerine alemlerin efendisi ile konuşma
zaruretini duydu.
-Ey yeğenim. Bütün kabile sana düşman kesildi.
Akraba arasında husumet iyi şey değil. Kendilerini küfür ve yanlış yolda olmakla
itham etmeden kendi dinini yaşamanı istiyorlar. İkinci keredir bana şikayete
geldiler.
Bu sözler, bir şey demek istiyordu.
... demek ki amca, destek ve himayesini
çekiyor. sevgili peygamberimizde uyanan kanaat budur.Ebu Talib desteğini çekse
ne olur ki? En büyük destek, en büyük hami Allah olduktan sonra!..
İşte Sevgili Peygamberimizin cevabı:... bir
dava adamının en zor, en tahammül edilmez, en ümitsiz anlarda bile bütün bu
menfi şartları hiçe sayıp meydan okuyan çelik irade ve kale duvarı gibi muhkem
azmine tarihin en parlak misali:
-Güneşi getirip sağ elime, ayı da sol elime
koysalar ve bana bu işten cay deseler yine vazgeçmeyip İslamiyeti yaymaya devam
edeceğim. Bu yolda canımı feda etmeye hazırım. Yeter ki Rabbim benden razı
olsun!...
Efendimiz, bunları söyledikten sonra dolu dolu
gözlerle oradan uzaklaşmaya başladı. Ebu Talib, konuyu açtığına pişman olmuştu.
O'na yetişti ve:
-Dilediğini yapmakta hürsün. Hayatta olduğum
müddetçe seni koruyup kollayacağım.
........
Kureyşli müşrikler, Ebu Talib'in hala himayeyi
sürdürdüğünü görünce önde gelen on kişi Utbe, Şeybe, Umeyyet ibni Half, Ebu
Cehil bir Hişam, As İbni Vali, Mutim bin Adiy, Şeybe İbni Haccac, Münebbih El
Haccac ve Ahnes İbni Serik, Ebu Talib'in kapısını çaldılar. yanlarında güzelliği
ile ünlü İmare de var; Velid İbni Mugire'nin oğlu:
-İmare'yi sana evladlık verelim; sen de
Muhammed'i bize teslim et öldürelim! Çünkü O, dinimizi mahvetti; ve kavmimizi
başka yerlere sürükledi.
Teklifin densizliği Ebu Talib'in sabrını
taşırdı ve O'nu çileden çıkardı.
-Bu kadar akıl ve mantık harici söz olamaz.
Ben, oğlumu size verip, sizin çocuğunuzu alacağım. Niçin? Benim evladımı
öldürseniz diye. Bu ne saçma laftır. Eşi duyulmamış bir ahmaklık. İşte açıkça
söylüyorum. Kulağınızı iyi açın! Kim, Muhammed'e düşmansa, ben de kendisine
düşmanım, kim onun dinine düşmansa, ben de ona düşmanım. Anladınız mı? Şimdi
varın gidin!!!
Müşrikler tokat yemiş gibi oldular. Hatta daha
beter. Süklüm püklüm oradan savuştular.
Ama düşmanlıklarından en ufak azalma yok. Ne
yapıp yapıp bu yeni dini köreltmek isteyenler, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ukbe bin
Ebu Muit, Hakem bin Ebil As, Ümeyye bin Half, Ebu Kays bin Riaf, Asım bin Said,
Haris bin Kays, Esved ibni Abdülesed, Asım bin Hişam,... en azgın ve Sevgili
Peygamberimizi en çok rahatsız eden ise Nadr İbni Haris ismindeki bir
lanetli.
Ebu Talib'ten bu ağır ve kat'i cevabı alınca
bu defa Sevgili Peygamberimize koştular:
-Maksadın mal-mülkse istediğin kadar verelim.
Hükümdar olmak niyetinde isen başımıza geçirelim. Sana görünen şey bir cin ise
en namlı hekimleri çağıralım. Ne dersen yapmaya hazırız. Yeter ki sen, şu
Peygamberlik davasından vazgeç! diye değişik bir usülü dendiler.
...tabii boşa nefes tüketiyorlar. Aldıkları
cevap:
-Ne mal istiyorum. Ne hükümdarlık; gözüme cin
de görünmüyor. Allah, beni size Peygamber olarak gönderdi ve bir de kitap
indirdi; ve müjdeleyici ve korkutucu olmamı buyurdu. Rabbimin emir ve
yasaklarını size tebliğ ettim ve nasihatte bulundum. Bildirdiklerimi kabul
ederseniz bu, dünyada da, ahirette de saadetnize vesile olur. Şayet
reddederseniz Yüce Allah aranızda bir hüküm verene kadar, tebliğe devam ile
sabretmek vazifem olacaktır.
AnaSayfa ................... Cilt-4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder