Cilt 11
SEVGİLİ
PEYGAMBERİM
CİLT 11
...aslında Uhud Gazası'ndan da kazançlı çıkan
mü'minler oldu. Çünkü:
1-Bu harbi Kureyş müşrikleri çıkartmışlardı.
Bedr'in intikamını almak ve başta Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem olmak üzere müslümanları öldürmek gibi son derece iddialı bir gaye ile
Uhud'a gelen düşman, bu iddiasını savaş meydanında bırakarak geri dönmek zorunda
kalmıştı.
2-Mü'minlerin, en müsait olmayan şartlarda
bile Peygamberlerini, dinlerini, vatanlarını müdafaa etmelerindeki fedakârlık,
cesaret ve kahramanlık, düşmanda ister istemez "biz, artık kolay kolay
müslümanları mağlup edemeyiz" fikrini uyandırmıştı. Nitekim; Resulullah
Efendimiz, Ordu-yı Hümayun, Medine'ye dönerken yaptığı değerlendirmede bunu daha
önceden haber vermişlerdi: "Mekke müşrikleri bir daha bize galip gelemezler.
Bundan sonra fetih bizimdir"
3-Uhud muharebesi, aynı zamanda bir temizlik
harekâtı olmuş; görünüşte mü'min ve fakat kalbten kâfir olan münafıklar, zoru
görünce sâdık ve hâlis müslümanlardan ayrılmışlardır.
4-Uhud, imtihan içinde imtihan
olmuştur.
Hâkim ânda da; kötü şartlarda da mücahidler,
gözlerini kırpmadan canlarını Sevgili Peygamberimiz için verebileceklerini
fiilen isbat etmişlerdir.
5-Müslümanlar, kadın ve erkeği ile, yaşamaktan
maksadın şehid olmak olduğunu bir kere daha ortaya koymuşlardır.
6-Müslüman mücahidelerin de müslüman
mücahidler gibi ne kadar büyük kahramanlar olduğu anlaşılmıştır.
7-İslâm ordusu, her ne kadar kâfirlere göre
daha fazla kayıp vermişlerse de; kâfirlerin kendileri için çok mühim
şahsiyetleri katledilerek mü'minler, kemiyette; düşmansa keyfiyette zarara
uğramış; yani aslında kâfirlerin kaybı daha büyük olmuştur.
8-Uhud, genç müslümanların da tecrübe
kazanarak gelecek savaşlara hazırlanmalarına imkân vermiştir.
9-Uhud'da yaşanılan büyük üzüntü ve
sıkıntılar, müslümanlara Resulullah'a şeksiz-şüphesiz itaat etmenin şart
olduğunu öğretmiştir.
10-Bu savaşta her ev, en az bir şehid veya
yaralı vermiştir. Allahü teâlâ, gönlü kırıklarla beraber olduğu için mü'minler,
hâsıl olan gönül kırıklığı içinde sabretmişler; bu sabır, onların derecelerinin
daha da yükselmesine ve islâmın yayılışında sür'ate vesile olmuştur.
......
Hakîkaten islâm hanımları, hem Uhud'da ve hem
de harbden sonra büyük bir gayretle çalışmışlardır. Nesibe binti Kâb'ın,
radıyallahü anha, bütün zamanlar boyunca müslüman kadınların yüzlerini ak edecek
destânî kahramanlığına şâhid olduk....ancak Uhud'da hizmet veren mü'mineler,
Nesibe anneden ibaret değil. Ümmü Seleme, Muavviz binti Rübeyyi, Ümmü Salît,
Ümmü Atiyye, Hamne binti Cahş ve Sümeyra binti Kays ve diğerleri...bunlar
mücahidlerin sökülen kılıç kınlarını diker, muhariplere su dağıtır, yaralıları
tedavi ederlerdi. Henüz hicâb ayetlerinin gelmediği bu dönemde ordu Uhud'a
gelirken Ümmü Seleme, gazaya dahil olmak için Sevgili Peygamberimiz'den hususi
izin istedi:
-Yâ Resûlallah!
Benim de gazaya çıkmama müsaade buyurur
musunuz?
Efendimiz dediler ki:
-Yâ Ümmü Seleme! Kadınlara cihad farz
kılınmamıştır.
Mübarek kadın yalvardı:
-Yâ Resûlallah! Ben, mücahidlere su dağıtır,
gözü ağrıyanların gözlerini tedavi eder, yaralarına bakarım.
Peygamberimiz, bu candan isteği
kırmadılar:
-Öyleyse gazaya çıkman ne güzel
olur...
...fakat en fazla gazaya katılan müslüman
hanım, Ümmü Atıyye radıyallahü anha.
Uhud'dan Medine'ye dönünce Mescid-i Nebi'de
bir çadır kuruldu. Bu "Çadır Hastane"de yaralıları Küayme binti Sa'd tedavi
etti. İşte İslâm tarihinin ilk kadın hekimi, radıyallahü anha.
Evet Uhud bir muazzam imtihan. Sıkıntılara
sabır ve Resulullah'a bağlılık imtihanı. Şu hâdiseyi değil bir kadın, en yiğit
yürekli bir erkek bile nasıl yaşar? Aşkolsun böyle parlak imân ve tevekkül
sahiplerine.
Sümeyra binti Kays, cepheden dönenlere babası,
kocası ve oğlunu sordu:
-Hepsi de şehid oldu, dediler.
Fakat kahraman kadın, ne sendeledi, ne yere
yıkıldı, ne de acı çığlıklar kopardı. Sümeyra radıyallahü anha annemiz, o ân
herkesi hayran bırakan bir teslimiyet ve vakarla şunu sordu:
-Resûlullah nasıl?
-Hamdolsun iyi, dediler.
Sümeyra hâtun, Resûlullahı buldu ve binek
üzerindeki o yüksek zâtın eteğinden tutundu:
-Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun...
Yeter ki sen sağol. Sen sağ olduktan sonra bütün felâketlere
katlanırız.
...
Bir şey ancak ve yalnız Allah için olursa
makbûl ve güzel ki bunun ismi ihlâs.
Uhud'a giderken Ensar'dan Ebu Süfyan bin
Haris'le bir arkadaşı konuşuyorlar.
Arkadaşı, Rabbine dua ediyor:
-Allahım! Bana Resulünün yanında şehidlik
nasib et ve evime geri döndürme...
Ebu Süfyan bin Hâris'se tâ kalbden gelen
duygularla şöyle yalvarıyor:
-Allahım! Bana Resûlünle birlikte çarpışmak;
fakat evime ve yavrularıma sağ-sâlim dönmek nasib eyle...
...ne var ki Ebu Süfyan bin Hâris, şehid
olmuş; arkadaşı ise sağ-sâlim geri gelmişti.
Bu hâl Sevgili Peygamberimiz'e anlatıldığında
buyurdularki:
-Ebu Süfyan iki kişinin en ihlâslısı
idi...
Zira Uhud yolunda iken küçük kız çocukları
sebebi ile yukarıdaki gibi niyet eden; Ebu Süfyan bin Hâris, harb, müslümanların
aleyhine dönüp de düşman hâkim vaziyete geçince bu defa şöyle
demişti:
-Allahım! Yavrularım sana emanet. Bana düşman
karşısında şehidlik nasip eyle...
İşte mü'min; radıyallahü anh.
Bir şehidin duyduğu ölüm acısı, ancak bir pire
ısırması veya bir çimdik acısı kadar. Vefat eden hiçbir mü'min, bir ânlık zaman
için bile olsa tekrar dünyaya dönmek istemez. Bu geri gelme arzusu sadece
şehidlerde mevcut. Onlar, bir kere daha bu dünyaya dönmek ve Allah yolunda bir
daha can vermek isterler. Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar:
-Varlığım kudret elinde bulunan Allah'a yemin
ederim ki; ben, Allah yolunda öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra
öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra
öldürülmemi ne kadar isterdim.
Şehidlik, bir mü'minin kul hakları dışındaki
bütün günahlarının yok olmasına sebep oluyor.
Şehidlerin hangi nimetlere kavuştuklarını
Sevgili Peygamberimiz açıklıyorlar:
-Kanının yere düşen ilk damlasıyla birlikte
şehidin bütün günahları affolunur; şehid, cennetteki makamını görür, kıyamet
gününün korkusundan emin olur; şehidin başına yakuttan vakar tâcı konur ve
şehidin yakınlarından yetmiş kişiye şefaat etmesine müsaade olunur.
...
Bir gün, Sevgili Peygamberimiz, Uhud
şehidlerini ziyaret ettiler; ve dediler ki:
-Ey Hak olan Mâ'bud! Senin bu kulun şahâdet
eder ki bu cemaat, senin rızanı talep edip şehid olmuşlardır.
Sonra devam ettiler:
-Kıyamet gününe kadar, kabirlerini ziyaret
ederek selâm verecek din kardeşlerinin selâmlarına karşılık vereceklerdir. Ben
bunların şehid olduklarına, kıyamet gününde de şâhidlik edeceğim.
......
Hakîkaten Uhud şehidlerine selâm veren
sahabiler, zaman zaman selâmlarına karşılık verildiğini işitiyorlar. Bir zamân
sonra misk kokulu bu kabirler, nakledilmek icap ettiğinde şehidler, az evvel
uykuya dalmış gibi bulunacaktır.
......
Yaralılara gelince; Uhud'da bütün mü'minler
yara almış; bu sebeple topal ve çolak kalanlar da olmuştu. Vücudunda en çok
yarası olansa yetmişbeş yara ile Talha bin Ubeydullah radıyallahü
anh'dı.
Peygamberimizi Medine kapısından girince Ebu
Said-i Hudri radıyallahü anh ile Hudre çocukları karşıladılar. Efendimiz at
üzerinde iken Ebu Said, Peygamberimizin dizini öptü.
Resûlullah, sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
Efendimiz, evlerinin önüne kadar atları ile geldiler...attan yardımla inecek
kadar yaralı idi.
...akşam ezanını yine Bilâl-i Habeşi
radıyallahü anh okudu. Sevgili Peygamberimiz iki sahabi desteği ile mescide
geldiler. Ancak yatsı cemaatine gelemediler.
...
Evs ve Hazrec seçkinleri, sabaha kadar
kahraman Peygamberin evi önünde nöbet tuttular.
......
Aziz Peygamberimiz gecenin üçte biri geçince
kapısı önünde kendisini bekleyen Hazret-i Bilâl'in seslenmesi ile namaz için
uyandı.
Uzaktan ağıt ve feryatlar işitiliyordu.
Efendimiz, sesin ne olduğunu sordular.
-Ensar kadınları, Hamza'ya ağlıyorlar yâ
Resûlallah!..
Peygamberimiz, dua buyurdular:
-Allah kendilerinden de, çocuklarından da râzı
olsun.
...ancak geç vakit olması sebebiyle evlerine
dönmelerini emrettiler. Ertesi günse şehidlerin ardısıra ağlayıp-sızlanmayı
yasakladılar.
......
Resûlullah'a bir çocuk geldi;
ağlıyordu.
Efendimiz sordular:
-Niçin ağlıyorsun sevgili yavrum?
-Babasız kaldım.
Hep ferahlık ve teselli kaynağı Peygamberimiz
yine sevindirdiler:
-Ben, baban olsam; Aişe de annen olsa râzı
olur musun?
Az evvelki gamlı çocuk gitmişti.
Şehid yavrusunun yüzünde güller
açtı:
-Evet...
Resûlullah yetim çocuğun saçını okşarken
sordular:
-Senin ismin ne?
-Büceyr.
-İsmin bundan sonra Bişr olsun!..
Küçük Bişr, sevinerek evine
döndü...
......
Mü'minlerin Uhud'da şehidler vererek
yara-bereler içinde geri dönmeleri Medine'de müslümanları ne kadar üzmüşse;
münafıkları da o kadar memnun etmişti. Uhud'a kadar geldikleri halde mücahidlere
ihanet ederek cepheyi terk eden baş Münafık Abdullah bin Übey ve dört arkadaşı
şimdi "biz dememiş miydik" böbürlenmesi ile ortalığı karıştırıyorlardı. Yaralı
mücahidlerden biri de Abdullah bin Übey'in oğlu Abdullah bin Abdullah
radıyallahü anh'tı. Baş münafık, hasta yatağındaki oğluna çıkıştı:
-Sen babanı değil; gençlerin sözü ile hareket
eden Muhammed'i dinleyerek kendini bile bile felakete attın! Ben, bu neticeyi
tahmin ettiğim için sevenlerimle beraber geri döndüm..
Hazreti Abdullah, yattığı yerden cevap
verdi:
-Kimbilir harbin böyle bitmesinde ne hikmetler
vardır.
......
Baş münafık Abdullah bin Übey bin Selul'ün
eline artık bir fırsat geçmişti. Uhud mahzunluğunu münafıklar lehine değiştirmek
için var güçleri ile çalışıyorlardı.
Dedikleri şu:
-Ölenler bizimle olsalardı; şimdi
hayattaydılar.
Böyle diyor; Medine'de fitne ateşini
alevlendiriyor ve mü'minleri Resûlullah'dan yüz döndürmeye uğraşıyorlardı. Baş
destekçileri de yahudiler. Onlar da şunu söylüyorlar:
-Muhammed'in hükümdar olmaktan gayrı bir
maksadı yok. O, Nebi değil ki. Bugüne kadar bir Nebi ne mağlub olmuş, ne de
arkadaşlarının ölmesine veya yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Halbuki O,
bunların hepsini yaşadı ve yolundakilere de yaşattı.
......
Yahudilerle münafıklar ev ev, sokak sokak
dolaşarak bu sözlerle kalblere şüphe sokuyor, zihinleri bulandırıyorlar. Ulu
Sahabi Hazreti Ömer radıyallahü anh, dayanamayarak meseleyi Sevgili
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Efendimize açtı:
-Yâ Resûlallah, aleyhinize çalışan yahudi ve
münafıkları öldürmeme müsaade eder misiniz?
Efendimiz, her zamanki üstün temkin
halindeler:
-Yâ Ömer! Hiç şüphe yok ki Allah, dinini ve
Resûlünü üstün kılacaktır. Yahudileri katledemeyiz; zira onlar emniyetlerini
temin etmeye söz verdiğimiz teb'alarımızdır.
Hazreti Ömer, münafıkları sordu:
-Münafıklar hakkında ne buyurursunuz yâ
Resûlallah?
-Onlar, Allah'dan başka ilah bulunmadığına ve
benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şahâdet ediyorlar; değil mi?
-Evet yâ Resûlallah. Lakin onlar bu şahâdeti
kılıçtan kurtulmak için yapıyorlar. Münafıkların bize büyük kinleri
var...
Büyük Peygamber, muhteşem kararlarını
açıkladılar:
-Ben, Lâ ilâhe illallah Muhammedür Resûlullah
diyenleri öldürmekten men edildim.
...
Âyet-i kerîme geldi:
İşte Uhud üzerine gelen âyetlerden bazı
sûreler:
-Ey mü'minler! Gevşeklik ve zaaf
göstermeyiniz. (Uhud'da şehidler vermek ve yaralanmak sûretiyle uğradığınız
musibete de) üzülmeyiniz.
Siz gerçekten mü'minseniz (Resûlümü ve O'nun
benim tarafımdan size getirdiklerini tasdik ediyorsanız) muhakkak düşmanlarınıza
üstünsünüzdür! (Neticede zafer ve galebe sizindir.)
......
...müşrikler, harbin başlangıcında müslümanlar
karşısında tutunamayarak bozguna uğrayınca sür'atle harb meydanını terk ettiler.
Abdullah bin Ebu Ümeyye, öyle kaçmıştı ki, soluğu tâ Mekke'de almış ve
"Muhammedîler bizi yendiler; bozulduk" diye haber vermişti.
...Mekkeliler, bu haberle üzgünken Vahşi'nin
telaşlı sesi, ortalığı çınlattı:
-Eyy Kureyş!
İşitenler, kötü haberin devamı geldi sandılar.
Ama Vahşi başka şeyden bahsediyordu:
-Ey Kureyş! Hiç görülmedik sayıda müslüman
öldürdük! Gözünüz aydın olsun! Muhammed yaralandı! Hamza'yı da ben
öldürdüm.
Mekke müşrikleri, bir şaşkınlık ânı
geçirdiler. Birbirine zıt iki haberden sonuncusunun doğru olduğu anlaşılınca
sevindiler. Şimdi:
-Öyleyse Bedr'in yası bitti! Kadınlarımız
artık güzel kokular sürünebilirler, diyorlardı.
......
Müşrikler, Uhud'da başlangıçtaki bozgunu
yaşarken Medine yakınında bir kenara saklanan Muaviye bin Mugire, olduğu yerde
uyuya kalmıştı. Uyandığında harb bitmiş herkes yurduna dönmüştü. Eğer Mekke'ye
gitmeye kalkışsa muhakkak surette müslümanların eline düşecekti. Bu yüzden en
kestirme yoldan yakın akrabası olan Hazreti Osman'ın evine doğru yürümeye
başladı.
Hazreti Osman, O'nu görünce:
-Beni de kendini de mahvettin? Niçin buraya
geldin? dedi.
Muaviye:
-Beni sakla! Ey amcamın oğlu, bana senden daha
yakın biri var mı? dedi.
Osman radıyallahü anh, O'nu evin bir tarafına
gizledikten sonra eman istemek üzere Resûlullah Efendimize gitti. Muaviye bin
Mugire, henüz Osman radıyallahü anh'ın evine gelmeden evvel Peygamberimiz şunu
buyurmuşlardı:
-Muaviye Medine'de sabahlamıştır.
Araştırınız!
Araştırdılar; fakat bulamadılar.
Akrabası olması sebebi ile Hazreti Osman'ın
evinde olabileceği ihtimalinden dolayı O'nun da kapısı çalındı. Muaviye
hakikaten bu evdeydi...
Bunun üzerine yakalanarak Sevgili
Peygamberimiz'in huzuruna getirildi.
O'nun huzura getirilmesi ile Hazreti Osman'ın
gelmesi hemen hemen aynı anda olmuştu. Bu sebeple Muaviye bin Mugire'yi görünce;
bir açıklama yapma zarureti doğdu:
-Yâ Resûlallah! Ben de buraya sizden Muaviye
için eman istemek maksadıyla gelmiştim. O'nu lütfen bana bağışla.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem, Muaviye'ye şehri üç gün içinde terk etmek üzere eman/süre verdi.
Hazreti Osman radıyallahü anh O'na bir deve satın alarak:
-Haydi devene bin ve hemen burayı terk et,
dedi.
Efendimiz, Hazreti Osman ve diğer mü'minlerle
beraber Hamrâ-ül Esed'e doğru hareket ettiler.
Muaviye ise Efendimiz ve mü'minler hakkında
bilgi toplayarak Kureyş'e aktarmak maksadıyla Medine'den ayrılmayarak üç gün
gizli faaliyetlerde bulundu...dördüncü gün devesi ile Medine'den uzaklaşırken
Akik mevkiine vardığı sırada Peygamber Efendimiz, Zeyd bin Hârise ve Ammar bin
Yasir hazretlerine:
-Muaviye bu yakınlarda sabahlamıştır. Gidip
araştırınız, buyurdular.
İki büyük sahabi, kâfiri Efendimizin tarif
ettiği yerde buldular.
...kendisine verilen zamanın üzerinden bir gün
geçmişti. Bu sebeple hayatına son verdiler. Sözünde durmamak ölmesine sebep
olmuştu.
......
KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİ TAKİB VEYA HAMRÂ'ÜL ESED
SEFERİ....Mekke ordusu, geri dönerken Bedr'de babası Ebu Cehl'i kaybetmiş
olmanın hırsını yaşayan İkrime İbni Ebu Cehil Kureyş reislerine
çıkıştı:
-Hiç de övünecek halde değiliz! Bir iş mi
yaptık yani? Galip geldik; fakat sonunu getiremedik. Düşmanı yoketmeden geri
dönüyoruz. Şimdi müslümanlar çok geçmeden yeniden derlenip toparlanacak ve daha
büyük bir kuvvetle üstümüze gelecekler.
Bir reis, İkrime'nin sözünü kesti:
-Bir teklifin olmalı...
-Evet! Ben diyorum ki geri dönelim ve
Medine'yi basarak taş üstünde taş koymayalım. Müslümanları imha edelim. Akıl,
bunu emrediyor.
Saffan İbni Ümeyye, bu teklife muhalefet
etti:
-Biz, Medine üzerine yürürsek Uhud'da büyük
kaybı olan Evs ve Hazrec kabileleri, harbe iştirak etmemiş olanlarla beraber
intikam almak için müslümanlarla birleşerek üzerimize gelirler. O takdirde büyük
kuvvet kazanacak olan Muhammedîler, çarpışmadan zaferle çıkarlar. Ben, böyle
düşünüyorum. Bu sebeple yolumuzdan dönmeyerek kendimizi tehlikeye atmayalım ve
bir ân evvel Mekke'ye gidelim, diyorum.
Müşrik ordusu, bir taraftan yol alırken aynı
zamanda hararetle bu fikri tartışıyorlardı. Bazıları İkrime gibi düşünüyordu;
bazıları da Saffan gibi.
İki tarafı da dikkatle dinleyen Ebu Süfyan bir
türlü bir karara varamadığı için Revha'ya kadar geldiler. Buraya geldiklerinde
"tekrar Medine üzerine yürüyelim" diyenlerin görüşü ağır bastı...
Onlar, bir kere daha Medine üzerine yürüme
hazırlığındayken düşman ordusu içinde bulunup da en başından beri teklif ve
karşı teklifleri dinleyen Müzeni kabilesinden Abdullah ibni Amr, haberi sür'atle
Sevgili Peygamberimiz'e ulaştırmak için bir fırsatını bularak oradan uzaklaştı.
Haberci, Medine'ye vardığında günlerden Pazar ve sabah namazı öncesiydi.
Abdullah ibni Amr, Peygamber Efendimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'in
huzurlarına kabul buyuruldu.
...düşmanın son vaziyeti ve maksadı hakkında
en yeni bilgileri alan yüce Resûl, iki has yardımcısı Ebubekr radıyallahü anh ve
Ömer radıyallahü anh Efendilerimizi çağırdı ve gelişmeleri onlarla istişare
etti. Bu iki sâdık dost, büyük Peygamberi can kulağı ve edeblerin en emsalsizi
ile dinledikten sonra kanaatlerini arz ettiler:
-Allah'ın Resûlü daha iyi bilir, ama bize
kalırsa müslümanların hâlâ sapasağlam ayakta olduklarını düşmana göstermek ve
onlara esaslı bir gözdağı vermek için arkalarına düşelim.
İki aziz ve yüksek dost, Resûller önderinin
niyetine uygun görüş belirtmişlerdi. Sevgili Peygamberimizin imamlığında sabah
namazı eda edildikten sonra Efendimiz, Hazreti Bilal radıyallahü anh'ı yanlarına
davet ederek müslümanlara şu haberi ilân etmesini buyurdular:
-Resûlullah, düşmanın takibini emrediyor!
Ancak; bu takibe Uhud harbine iştirak edenler gelecek; bunların dışında hiç
kimse iştirak etmeyecektir.
Bilal radıyallahü anh, yüksek sesle nida
ederek sefer haberini bütün müslümanlara duyurdu... Uhud savaşına katılıp da sağ
dönen bütün Eshab-ı Kiram hatta en ağır yaralıları dahi Peygamber davetine
koştular.
Efendimiz, Kureyş'in Medine'yi basma niyetini
öğrenince hiç vakit kaybetmeden sefer hazırlığını başlatmıştı. Bunun sebebi bir
kere 'en iyi müdafaa taarruzdur' gerçeği. İkinci olarak da Uhud'un müslümanların
cesaret ve yiğitliğine zarar vermediğini yine düşmana kabul ettirmek... Sevgili
Peygamberimiz, sebeplere tevessül etmekte noksanlık olmaması için üstüne zırhlı
gömleğini, başına miğferini giydi ve islâm sancağını Hazreti Ali radıyallahü
anh'a verdiler.
...altıyüzotuz kadar Uhud gazisi bu sancağın
altında toplandılar.
Câbir bin Abdullah radıyallahü anh da bu
sefere katılmayı çok arzu ediyordu. Ancak, "Uhud'a gitmiş olanlar bu sefere
alınacaktır" şartı, O'nun bu isteğine sed çekiyordu. Halbuki Hazreti Cabir, Uhud
harbine çok istemesine rağmen gidememişti. Bu sebeple ikinci kere bir büyük
mânevi rızıktan mahrum kalmak istemeyen bu genç ve yiğit sahabi, derhal yüksek
huzura çıktı ve vaziyetini arz etti:
-Yâ Resûlallah! Bu sefere müsaadenizle ben de
gelmek istiyorum. Gerçi Uhud'da yoktum; ama o benim şahsi kararımla olmadı.
Babamın sözüne muhalefet etmemek ve O'nun cihad etme arzusuna mani olmamak için
gelemedim. Yedi tane kızkardeşim var. Babam "yâ Câbir, bacılarını emanet
edeceğimiz bir yakınımız olmadığı için bu gazaya ikimiz birden gidemeyiz. Sen
gençsin, inşâllah daha çok cihada iştirak edersin. Bense yaşlıyım. Sen
kardeşlerinin başında kal da ben Allah'ın Resûlü ile gideyim. Bakarsın şehid
olurum. Veya şehid olamazsam da hiç değilse gazi olurum" dedi. Baba sözü
dinledim yâ Resûlallah. Herhalde beni mazeretli sayar, istisnai olarak orduya
dahil buyurursunuz?
Sevgili Peygamberimiz, meşru mazeretli genç
sahabi Câbir bin Abdullah'ı kabul ettiler.
Bir kişi daha bu sefere katılmak istedi; bâş
münafık Abdullah bin Übey. Abdullah, Peygamberimize geldi:
-Ben de hayvanıma binerek ordunla takibe
gelebilir miyim?
Efendimiz, derhal reddettiler:
-Hayır!
Münafıkın yüzünde sanki sert bir tokat
patlamıştı.
...
Peygamberimiz'in atı mescidin kapısına
getirilmişti. Hazreti Talha radıyallahü anh da kapıda Sultanlar Sultanını
bekliyordu. Efendimiz dışarı çıkıp aziz sahabiyi görünce:
-Yâ Talha silahın nerede?
buyurdular
Hazreti Talha:
-Yakında yâ Resûlallah, dedi ve koşarak
zırhını giydi, kılıcını eline aldı, kalkanını göğsüne astı.
Sevgili peygamberimiz, Hazreti Talha'ya
sordular:
-Yâ Talha! Sence şu ân Kureyş ordusu
nerede?
-Yâ Resûlallah! Tahmin ediyorum
Seyale'deler.
-Ben de öyle tahmin ediyorum.
...dediler ve bir güzel haber
verdiler:
-Yâ Talha, bil ki düşman artık bize gâlip
gelemez. Zafer Allahü teâlâ'nın izniyle bize nasip olacaktır.
İşte bu, müslümanları sevindiren en güzel
haberdi.
......
Ordu-yı Hümâyun; Peygamber Ordusu, hazır
olunca, kâinatın bir tanesi Medine'ye kendi yerlerine İbni Ümmi Mektum
radıyallahü anh'ı vekil bırakarak yürüyüşü başlattılar. Bazı sahabiler atlı,
bazıları develi, bazısı da yaya idi... Şu var ki hemen tamamı yaralıydı. Hatta
bizzat atıyla ordunun başında bulunan Resûlullah bile yaralıydı. Sevgili
Peygamberimiz'in Uhud'daki çarpışmalardan aldığı darbelerle alnı ve dudağı
yarılmış, yüzüne iki miğfer halkası batmış, sağ alt çenenin ön kesici dişi
kırılmış, sağ omuzu ve dizleri örselenmişti.
...müslümanlar, yorgun ve yaralı, hatta hatta
bazıları ağır yaralı oldukları halde Peygamber çağrısına severek koşmuşlardı;
şimdi de büyük bir arzuyla, bir düğüne gider gibi düşmana doğru yol alıyorlardı.
Zira, baskın basanındır. Madem ki küffar Medine'yi rahatsız etme niyetini
taşıyordu; öyle ise onu ininde kıstırmak ve bu kötü maksadının hesabını sormak
en akıllı davranış olacaktı.
Bu arada Peygamberimiz, Selmoğullarından Salit
bin Süfyan ile Numan bin Süfyan ismindeki iki kardeşi keşif kolu olarak önden
gönderdiler. İki fedâkâr mücahid, Hamrâ'ül Esed'de kâfirlere yetişerek aralarına
katıldılar. Bu sırada düşman karargâhı, toplantı halindeydi. Tekrar Medine
üzerine dönüp baskın yapmayı tartışıyorlardı. Safvan, bu fikirde olanlara karşı
gelmekteydi. Böylece bir zaman geçti. Ancak o sırada iki sahabiyi tanıyanlar
çıktı. Mübarek sahabilerin üzerine atılarak şehid ettiler...bu sefer, ilk
şehidlerini vermişti; radıyallahü anhüma.
...
Müslümanlar, Medine'ye sekiz mil mesafede ve
zül Huleyfe'ye giderken yolun sol tarafında bulunan Hamrâ'ül Esed/Kızılaslan
isimli yerde ordugâh kurdular. Buraya kadar kılavuzluğu Hazrec kabilesinden
Sâbit bin Dahhak yaptı. O gece Resûlullah Efendimizin çadır nöbetçiliğini de
Abbâd bin Bişr yapmakla şereflendi.
...
...İslâm Ordu'sunun bütün erzakı, Sâ'd bin
Ubâde'nin otuz deve ile taşıdığı hurmadan ibaretti.
Ordu, Hamrâ'ül Esed'de iki şehidin cesetleri
ile karşılaştı. İki mücahid, kanlar içinde ıssız ve sakin çölde uzanmış, sanki
az sonra kalkacaklarmış gibi öylece yatıyorlardı. Efendimiz, iki kardeşi aynı
kabre defnettirdiler.
Sevgili Peygamberimizin emri ile Hamrâ'ül
Esed'de her gece ayrı ayrı beş yüz noktada ateş yakıldı. Yakılan bu ateşlerle
bir koca çevre ateş-duman ve alev şenliğine dönüşüyordu...tâ uzaklardan
farkedilen bu muhteşem manzara, düşmanda beklenen ilk tedirginliği uyandırdı.
Müslümanların büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu sandılar. Ve içleri korku ile
titredi.
...
Kureyş ordusu, Hamrâ'ül Esed'de bir gece
konakladıktan sonra sabah erkenden oradan ayrılmıştı. Onlar ayrıldıktan sonra
aynı yere müslümanlar geldiler. Bu sırada güneş haylice yükselmişti. Fakat buna
rağmen ordusundan geride kalan bir kâfir hâlâ derin uykulardaydı. Âsım bin
Sabit, adamı yakaladı. Şaşkınlıklar içinde uyanan düşman, başına gelenleri hemen
kavradı. Mü'minler de onu tanımışlardı. Bu, ordusunu kaçıran şahıs, şair Ebu
Uzze'ydi. Ebu Uzze, Bedr cenginde esir düşmüş; kendisinden bir daha müslümanlara
karşı hiçbir savaşa katılmayacağına dair kat'i söz alınarak fidye bile alınmadan
serbest bırakılmıştı...ama işte şimdi suçüstü yakalanmıştı. O, kendisine yapılan
bu büyük iyiliğe ve verilmiş sözüne rağmen Uhud'da mü'minlere karşı savaşmıştı.
Kâfir şairi, şimdi huzurda Allah Resulüne yalvarıyordu:
-Yâ Muhammed! Beni Uhud'a zorla götürdüler.
Sizin karşınıza isteyerek çıkmadım. Rica ediyorum; bana acıyın. Himayeye muhtaç
kızlarım var. Bana olmazsa bari onlara merhamet ediniz. Lutfedin bana bir şans
daha tanıyın. Yalvarıyorum acıyın...
Ebu Uzze, adeta kendini
paralıyordu.
Efendimiz vakarla cevap verdiler:
-Hani bana verdiğin kat'i söz? Biz, seni
bırakalım; sen de Mekke'de elinle sakalını sıvazlaya sıvazlaya "Muhammedi ikinci
kere aldattım" diye arkamızdan alay et öyle mi? Mü'min, aynı yılan deliğinden
iki kere sokulmaz.
...dediler ve celâlli bir halde Hazreti
Zübeyr'e seslendiler:
-Vur şunun boynunu yâ Zübeyr!
...kadir-kıymet bilmez ahmak kâfir ebedi
felakete yollandı.
...
Tihame Bölgesi'nde yaşayan Huzaa Kabilesi' nin
müslümanları gibi müşrikleri de Resûlullah'a hürmetkâr ve bağlı
idiler.
Bu kabilenin mensuplarından Mâ'bed bin Ebi
Mâ'bed, bir iş için bazı adamları ile Mekke'ye giderken yolları üzerinde bulunan
Hamrâ'ül Esed/Kızılaslan'a geldiğinde islâm ordugâhını gördü ve Uhud
şehidlerinden dolayı Sevgili Peygamberimiz'e taziyetlerini bildirmek için
ziyaretlerine geldi. Mâ'bed henüz imân etmemişti:
-Yâ Ebel Kâsım! Uhud sebebiyle emin ol ki biz
de çok üzüldük. Ancak dileriz ki bundan sonra Kureyş'e karşı galip
gelirsin.
...dedi ve gitti.
Mâ'bed ve arkadaşları şirk ordusu ile de
Revha'da karşılaştılar. Onlar da burada konaklamışlardı. Bu sırada Kureyş'in
önde gelenleri hâlâ ısrarla aynı fikrin peşindeydiler:
-Nice Muhammedî bahadırı öldürdük. Bu işi
neden yarına bırakıyoruz. Köklerini kazımak varken bu ürkeklik neden? Hayır!
Mekke'ye dönmeyeceğiz. Medine'ye gidecek ve tarihi görevimizi yerine
getireceğiz.
Böyle bir hareketin bir mağlubiyete sebep
olabileceğini ileri süren Safvan ibni Ümeyye ise Mekke yolundan dönmenin yanlış
olacağını anlatıyordu. Bu sırada Mâ'bed yanlarına vardı. Mâb'ed'i farkeden Ebu
Süfyan seslendi:
-Yâ Mâ'bed bin Ebi Mâ'bed! Geldiğin yollarda
ne var-ne yok?
-Sizin için iyi haberler yok yâ Eba
Süfyan!
-Ne gibi?
-Müslümanlar, Uhud'a katılmış olanı olmayanı
yekvücut olmuş büyük bir ordu halinde üzerinize geliyorlar. Ben ömrümde böyle
kalabalık bir ordu görmedim.
-Nasıl olur? Müslümanlarda harp edecek kuvvet
kalmadı ki?
-Ben, onları Hamrâ'ül Esed'de gördüm; yakında
siz de şu ufuktan atlarının alınlarını görürsünüz.
-Eyvah yâ Mâ'bed sen ne diyorsun?
-Eğer bana inanmıyorsanız bekleyin ve bizzat
görün.
Safvan ibni Ümeyye lafa karıştı:
-İşte ne kadar haklı olduğum anlaşılıyor.
Haydi bir kazaya uğramadan Mekke'ye dönelim.
Ebu Süfyan dahil müşrik önderlerini korku
sardı. Bu sebeple bir ân evvel toparlanarak Mekke yolunu tuttular. Onlar, mü'min
olmayan birinin müslümanları korumak için bu şekilde hareket edebileceğini hiç
bir şekilde düşünememişlerdi...aslında her şey Allah'dan. 'Allahü teâlâ, isterse
bu dine kâfirler ve fasıklarla da yardım eder' değişmez kaidesi bir kere daha
yaşanıyordu.
Mâ'bed, kendi adamlarından birini gizlice
İslâm ordugâhına göndererek Kureyş'in sıvışıp gittiği haberini Resûlullah
Efendimize ulaştırdı. Ebu Süfyan komutasındaki müşrik ordusu Mekke'ye dönerken,
yolda Medine'ye gıda almak için giden Abdülkaysoğulları'nın ticaret kervanı ile
karşılaştılar.
Ebu Süfyan:
-Yolunuz açık olsun! Ne yana böyle?
Kervan reisi cevap verdi:
-Medine'ye gidiyoruz.
-Yâ? Güzel. Sizden bir ricam var.
-Elbette yâ Ebâ Süfyan! Söyle
lûtfen!
-Size bazı şeyler tenbih edeceğim. Eğer bu
sözlerimi Muhammed'e nakletmek için bize vekil olursanız, bunun bedelini Ukaz
Panayırı'nda kuru üzüm olarak karşılarım.
-Tabiî elbette yâ Ebâ Süfyan!
-Muhammed'e deyin ki: Şimdi gidiyoruz. Ama
yakında toplanarak yeniden öyle bir geleceğiz ki, kendisinin de, kendisine
inanmış olanların da köklerini kazıyacağız.
-Dediklerini aynen söyleyeceğiz.
...
Abdülkayslar, Hamrâ'ül Esed'den geçerken
reisleri, ısmarlanmış haberi Peygamberimize nakletti:
-Sevgili Peygamberimiz:
-Hasbunallâh ve ni'mel vekil/Allah bize yeter;
O, ne güzel vekildir, dediler.
Ve devamla buyurdular ki:
-Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin
ederim ki; eğer, müşrikler, bizimle çarpışmak için tekrar gelirlerse taş
kesilecekler ve mazi olmuş dünkü gün gibi silinip gideceklerdir.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem Efendimiz ve cesur ve fedakâr ordusu aleyhimürrıdvan, Hamrâ'ül Esed'de
üç gün kaldıktan sonra Medine'ye avdet ettiler. Hamrâ'ül Esed seferi üzerine,
yol gösteren, takdir eden ve müjdeleyen bir çok âyeti kerimeler
geldi.
...
...diğer taraftan Ebu Süfyansa hâlâ koyu bir
gaflet içindeydi. Mekke'ye dönünce ilk iş olarak Hübel putuna gitti:
-Uhud'a gitmeden önce falımı buldurarak öcümü
almama imkân verdin. Kalbim soğudu, içim ferahladı. Teşekkürler ederim sana ey
Hübel, dedi ve gidip başını tıraş ettirdi.
......
Abdullah bin Übey, orası kendisine tapuluymuş
gibi Mescid'de hep aynı yere otururdu. Mevkiine ve sülalesinin hatırına binaen
münafıklığı anlaşılıncaya kadar bu hareketi hoş görülüyordu. İki Cihan Güneşi,
cum'a günleri minberde hutbe irad ettikten sonra aşağı inince Abdullah bin Ubey
her defasında ayağa kalkar ve cemaate hitaben:
-Ey insanlar! Allah'ın aranızda bulundurup
sizi O'nunla gâlip ve üstün kıldığı ve O'nunla şereflendirdiği Resulüne yardımcı
ve O'na hürmetkâr olunuz. Sözlerini dinleyerek kendisine itaat ediniz, der ve
yerine otururdu.
...tâ Uhud savaşına giderken kendisine
uyanlarla beraber yoldan geri döndüğü güne kadar ne oturduğu yer için, ne
söyledikleri için kimsenin bir itirazı olmadı. Ordu, Hamrâ'ül Esed'den döndükten
sonraki ilk cum'a hutbesinden sonra, başmünafık yine ayağa kalkarak yukarıdaki
benzeri sözlerle aslında hiç bir kalemin ve hiç bir kelamın övmeye gücünün
yetmeyeceği aziz ve üstün Peygamberi methetmeye kalkışınca, bazı mü'minler
eteklerinden aşağı çektiler:
-Otur yerine ey münafık! Sen en olmayacak şeyi
yaptın! Bugün iki yüzlülükle övmeye kalkıştığın Peygamberi düşman karşısında
zayıf bırakmak için adamlarınla cepheden kaçtın. Sen ne oturduğun bu yere; ne de
bu Mescid-i Nebi'ye layıksın! Defol!.
Ebu Eyyûb El Ensari Halid bin Zeyd radıyallahü
anh, sakalından çekiyor, Ubade bin Samit radıyallahü anh de O'nu dışarı
itiyordu. Sahabilerin elinden kurtulan münafık, kendini güçlükle kölelerin
arasına attı...bir taraftan da yüksek sesle söyleniyordu:
-Ne yaptım ben? O'nu övmekten başka ne
yaptım?
Münafık, mescidin kapısında Muavviz bin
Afra'yla karşılaştı?
Hazreti Muavviz radıyallahü anh, Abdullah'ı
bir telaş içinde aniden karşısında bulunca sordu:
-N'oldu? Ne var?
-Hiç. Ben O'nu övdüm. Eshabıysa hakaret ederek
beni itip kaktılar. Kötü bir şey mi dedim?
Hazreti Muavviz, öfkenin sebebini anlamıştı. O
da münafıkı paylamadan edemedi:
-Senin yaptığını kim yaptı ki? Bari
Resûlullah'a git de senin için Allah'dan af ve mağfiret dilesin!.
İşte bir zavallılık misali:
-Kimse benim için af dilemesin.
Muavviz bin Afra radıyallahü anh, donup
kaldı.
......
Bundan sonra Efendimiz, Zeyneb binti
Huzeyme/Huzeyme kızı Zeyneb ile evlendi. Hazreti Zeyneb radıyallahü anha, kocası
Abdullah bin Cahş radıyallahü anh'ın Uhud'da şehid olmasından sonra dul ve
korumasız kalmıştı. Üstün ve güzel özellikleri vardı. Çok ibadet eder daima
fakir fukarayı görüp gözetir; onların dertleri ile dertlenir; sıkıntılarına çare
olurdu. Bu yüzden insanlar, O'na "Ümmü'l Mesakin" mişkinlerin / yoksulların
annesi lakabını takmışlardı. İşte bu yoksullara annelik hasleti Hazreti Zeybeb'i
bir hanımın varabileceği en yüksek yere; Resulullah'a kadınlık ve dolayısıyla
bütün ümmete annelik makamına yükseltmişti.
Mubarek annemiz, Resûlullah ile evlenmesinden
sadece sekiz ay sonra hayata veda ettiler; radıyallahü anha.
......
Putları ilâh sayarak yüce Allah'a şerik/ortak
koşmak gibi bir bahtsızlık içinde olan Kureyş kâfirleri, Uhud'u hâlâ kendileri
için bir zafer sanarak o sarhoşlukla birbirlerini öven; mü'minleri yeren şiirler
yazıp meydanlarda okuyorlardı... Mü'min şairleri, bunlara hemen gerekli
karşılığı veriyorlardı.
......
KATAN SEFERİ...Tayyi Kabilesi'nden Züheyroğlu
Velid, Tuleyb bin Umeyr'in hanımı olan yeğenini ziyaret için Medine'ye gelmiş
Tuleyb radıyallahü anh'ın evinde misafirdi. Velid, sohbet esnasında Necd
taraflarından ilgi çekici haberler veriyordu.
Velid'in haberleri Esedoğulları kabilesi
merkezliydi.
Esedoğullarından Tuleyha bin Huveylid ile
kardeşi Seleme bin Huveylid, kendi kabileleri ile kendilerine bağlı daha küçük
kabileleri Uhud'dan henüz ve yorgun dönmüş müslümanlar üzerine kışkırtarak
Medine'yi basmak gibi tehlikeli bir faaliyet içindeydiler.
...
Tuleyha ve Seleme, kavim ve kabilelerinden
insanlara sesleniyorlardı:
-Aldığımız haberlere göre müslümanlar, Uhud
çarpışmalarından bitkin, yorgun ve çoğu yaralı dönmüşler. Bu bir fırsattır.
Bugüne kadar atalar dininden ayrılan bu insanları kimse hakkıyle cezalandırıp
yok veya ıslah edemedi.
Dinleyenlerden biri atıldı:
-Bu şeref belki bize ait olur.
Bir başkası onu destekledi.
-Hem dediklerine göre Kureyş, müslümanları
perişan etmiş. Darma-dağınık imişler...derlenip toparlanma ümidleri
yokmuş.
Aşka gelen bir başkası ortaya bir teklif
attı:
-Hem Yesrib'de koyun, deve, at ne varsa
sürülerini de yağmalar buraya getiririz!
Yine Esedoğullarından birisi Kays bin Haris,
onların görüşlerine karşı çıktı:
-Şu dedikleriniz hiç de kabul edilecek
görüşler değil.
Sesler yükseldi:
-Niçin, niçin?
-Bir kere Yesrib bize çok uzak. Yağma yapmamız
çok zor olur. Ayrıca bizim, Kureyş gibi asker toplamamız da mümkün değildir.
Kureyş, uzun bir hazırlık döneminden sonra ve arap kabilelerinden yardım ve
destek alarak üçbin kişilik atlı-develi bir orduyla müslümanların üzerine
yürüdü. Siz üç yüz kişiden fazla bir kalabalığı bile bir araya getiremezsiniz.
Şahsen ben, zafer ve talih rüzgârının üzerinize eseceğine ihtimal
vermiyorum.
Bu soğukkanlı değerlendirmeye karşı çıkanlar
oldu:
-Ama şimdi müslümanlar, hayli hırpalanmış
vaziyetteler...
Bu ısrar karşısında sözlerinin faydası
olmayacağını anlayan Kays, ancak şu cümleyi mırıldanabildi:
-Heveslerin tatmini için yapılan savaşların
sonu hüsran olur.
......
Tuleyb, Velid'den öğrendiği bu çok mühim
haberi zaman kaybetmeden hemen Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem Efendimiz'e ulaştırdı.
Ne çetin imtihandır ki mücadelenin biri
bitmeden; veya biter bitmez hemen bir başkası başlıyordu.
......
Resulullah Efendimiz, Muhacirîn ve Ensar'dan
yüzelli kişilik bir birlik toplayarak üç bölük teşkil ettiler ve başlarına
kendisine sancak da verdikleri Ebu Seleme bin Abdul'Esed'i tayin ettiler ve
buyurdular ki:
-Yâ Ebu Seleme! Seni bu mücahidlerin başına
kumandan tayin ettim. Esedoğulları henüz hazırlık halindeyken sen onlara baskın
ver ve sürülerini yağmala. Çünkü onlar, müslümanların canlarına ve mallarına
zarar vermek azmindeler. Ancak Allah'ın emir ve yasaklarına uy ve emrin
altındakilere şefkatle muamele et.
Efendimizi can kulağı ile dinleyen Ebu Seleme,
tam bir teslimiyetle cevap verdi:
-Başüstüne yâ Resûlallah..
İslâm bölüğünün kılavuzluğunu, haberi getiren
Velid bin Zübeyr, yapıyordu.
......
Mücahidler, başlarında komutanları Ebu Seleme
bin Abdül'Esed önlerinde kılavuz Velid bin Zübeyr olduğu halde Esedoğulları'nın
yaşadığı Necd'e doğru yol aldılar. Issız ve sapa yolları takip ediyorlardı...bu
sırada müşrikler, Katan denilen yerde toplanmışlardı. Burası Esedoğulları'na ait
bir su başıydı. Müslümanlar Katan'a yaklaşırken sürülerini yayan Esedoğulları
çobanlarını gördüler. Çobanlardan üçü yakalandı; sürülere el kondu. Bir kısım
çobanlarsa kaçarak Katan'a vardılar. Bir İslâm birliğinin yaklaşmakta olduğu ve
hayvanlarını yağma ve bazı çobanları esir ettiği haberi düşmanı hayli sarstı:
"Muhammedîler Uhud'da mağlub olmuş ve kendilerine gelemez haldeler...bir daha
toparlanamazlar" diyorlardı. Halbuki onlar, şimdi Katan'a kadar gelmiş; rahat
durmayan ve Medine'ye karşı hasmâne niyetler içinde olanların kafasına balyoz
gibi inmek üzereydiler.
Esedoğulları, büyük-küçük savaşabilecek kim
varsa olanca güçleri ile silahlanarak Katan önündeki su başına dizilip islâm
kuvvetlerini beklemeye koyuldular. Medine'yi basmak isteyenler şimdi ancak kendi
şehirlerini müdafaa için hazırlanıyorlardı. O da müdafaa
edebilirlerse.
Ebu Seleme radıyallahü anh kuvvetleri, Katan'a
vardığında şafak vaktiydi...kumandan askerlerini hücum nizamına soktuktan sonra
onlara kısa bir konuşma yaptı:
-Ey mücahidler! Allah'ın yüce emirlerine
aykırı bir davranışın olmasın. Düşmanı elinizden kaçırmamak için dikkatli
olunuz. Bize kendisi ve Habibi yolunda çarpışma şerefi veren Allah'a hamdü
senalar olsun. Haklarınızı bana ve birbirinize helâl ediniz! Haydi ey Allah'ın
seçkin kulları hücum!!!
Mü'minler, alacakaranlıkta alevden oklar gibi
düşmana doğru atıldılar. Sa'd bin Ebi Vakkas radıyallahü anh, bir düşman
kâfirini ânında haklarken; bir bedevi de Urve bin Mes'ud'u şehid etti,
radıyallahü anh...ancak düşman, dehşetli mücahid taarruzu karşısında
duramayacağını anlayınca yüz-geri edip kaçtı ve çil yavrusu gibi her biri bir
tarafa dağıldı. Savaş sadece bir şehidle bitmişti.
......
Esedoğulları kaçınca aynı su başına
müslümanlar karargâh kurdular. Ebu Seleme'nin emriyle bir bölük karargâhta
kaldı. İki bölükse çevreyi tarayarak düşmanın kalan koyun ve develerini de
yağmaladılar.
...İslâm birliği, aynı gün Medine'ye dönmek
için yola çıktı. Bir gece yol alındıktan sonra bir mola ânında komutan, ganimet
taksimi yaptı. En evvel Başkumandan hakkı olarak Resûlullah Efendimiz'in hissesi
ayrıldı: Bir köle ve diğer malların beşte biri... Her mücahide yedi deve ve bir
mikdar küçük baş hayvan düştü..
Sefer on gün sürmüştü.
......
ASÂ...Bir gün Resûlullah Efendimiz,
huzurlarına Abdullah bin Üneys radıyallahü anh'ı çağırdılar:
-Yâ Abdullah! Hüzeli kabilesi'nin
Lıhyanoğulları kolundan Halid bin Süfyan, bizimle çarpışmak üzere etrafına
adamlar topluyormuş. Halid, şu sıralar ya Nahle'de veya Urene'dedir. O'nu
bertaraf ederek bir fitneyi daha baştan yok etmeliyiz.
Hazreti Abdullah, Sevgili Peygamberimiz
kendisine bir vazife verdikleri için çok sevindi:
-Başüstüne yâ Resûlallah! Derhal. Ancak O'nu
nasıl tanıyabilirim?
-Halid bin Süfyan'ı gördüğün zaman şeytanı
hatırlarsın. Ayrıca O'nu gördüğünde içinde bir ürperti ve korku hali
doğacaktır.
-Pekalâ yâ Resûlallah. Ancak sizden bir
hususda, müsaade istirham ediyorum. İcabederse O'nu kandırmak için aleyhinize
konuşabilir miyim?
Efendimizden, bu mevzuda istediğini söylemek
için izin alan aziz sahabi, kılıcını kuşanarak Hüzeli Kabilesi'ne doğru yola
çıktı. Abdullah bin Üneys, Urene Ovası'na vardığında sürü otlatan bir kadına
rastladı; ve sordu:
-Ey hatun! Sen kimin çobanısın?
-Halid bin Süfyan'ın.
-Halid bin Süfyan şimdi nerede?
-Birazdan buraya gelir.
-Yâ! Öyle mi?
-Evet nerede ise gelir.
Bunun üzerine Abdullah bin Üneys bir kenara
oturarak Allah düşmanını beklemeye başladı.
...az sonra bir adam, elinde asası ile
azametle yürüye yürüye geldi. Arkasında da adamları olduğu anlaşılan bir çok
kimseler vardı.
Sahabi, gelen kimseyi hemen tanıdı; insana
şeytanı hatırlatıyor ve eşkali aynen Sevgili Peygamberimiz'in tarifine uyuyordu.
Ayrıca hakikaten kendisinde bir korku ve ürperme hâsıl olmuştu.
Hazreti Abdullah, Halid'e yaklaşarak önünde
durdu. Halid çevresindekilere sordu:
-Kim bu adam?
Yabancı, suali bizzat
cevaplandırdı.
-İşittim ki Muhammed'in üzerine gitmek için
adam topluyormuşsun; ben de size katılmak için geldim. Huzaalı
araplardanım.
...dedi ve yan yana yürümeye başladılar.
Abdullah bin Üneys'in Kâinat'ın Efendisi aleyhine söylediği sözler, Halid bin
Süfyan'ı son derece memnun ediyordu.
Nihayet konuşa konuşa iblis suratlı adamın
çadırına kadar geldiler. Buraya gelince ahmak İslâm düşmanının adamları
dağıldılar. Halid, Hazreti Abdullah'ı bırakmadı. Çadırın önüne bağdaş
kurdular...nihayet gece olmuş; çadırdakiler uykuya varmış; onlar, hayli
laflamışlardı. Kahraman sahabi, işte bu sırada bir punduna getirerek alçak
niyetli bedbahtın canını cehenneme yolladı. Gürültüye içerdeki kadınlar
uyandılarsa da Abdullah radıyallahü anh, çoktan kaçıp izini kaybetmişti.
Arkasından ağlama sesleri geliyordu. Ardına düşen takipçiler, ne kadar
aradılarsa da bir mağaraya gizlenen kahramanı bulamadılar.
Abdullah bin Üneys hazretleri, gündüzleri
saklanıp geceleri yürüyerek onsekiz gün sonra Medine'ye geri döndü. Resûlullah'ı
mescidde buldu. Efendimiz O'nu görünce tebessümle:
-Muradına erdin, buyurdular.
Yiğit sahabi, olup bitenler hakkında tekmil
verdi. Peygamberimiz, gayet memnun kaldılar ve O'nu alarak evlerine götürdüler
ve kendi elleri ile bir asâ hediye ettiler:
-Bu asâyı sakla yâ Abdullah bin Üneys;
cennette bunu kullanırsın. O zaman insanların asâ kullananı pek az olacaktır. Bu
sebeple aramızda işaret olur.
...
Sevinçle ailesinin yanına gelen Abdullah bin
Üneys radıyallahü anh vefat, edeceği zaman bu mübarek bastonu/asâyı kefeni içine
koymalarını vasiyet etti.
...yıllar sonra vasiyet aynen yerine
getirildi.
......
BİR İDAM MAHKÛMUNUN İKİ REK'AT NAMAZI....Şanlı
Eshab'dan Abdullah bin Üneys radıyallahü anh, müşriklerden Halid bin Süfyan'ı
öldürünce; Halid'in kabilesi Lıhyanoğulları, kan davası peşine düştüler ve bu
ihtirasla kendilerine destek bulmak için Adal ve Elkare kabilelerine gittiler.
Lıhyanoğulları, bu iki kabileden birkaç kişilik bir heyetin Medine'ye giderek
Ebül Kasım'ın yani Sevgili Peygamberimizin huzuruna çıkmasını
istiyorlardı.
...plan şuydu: Hey'et, Kâinatın Efendisi'nden
şu istekte bulunacaktı:
-Ey Allah'ın Resûlü! Kabilemizde mü'minler
vardır. Ancak onlar İslâmiyeti bilmiyorlar. Bize eshabdan bir-kaç kişi insan
gönder ki Kur'an-ı Kerim ve fıkıh öğrenelim.
...müslümanlar, şüphe edebilir endişesi ile
doğrudan kendileri Medine'ye vararak bu isteği dile getiremiyeceklerdi. Bu
sebeple ve daha inandırıcı olsun; hiç bir başka düşünce uyanmasın diye üstelik
iki ayrı kabileden kişiler gitsinler istiyorlardı. Lıhyanoğulları diyordu
ki:
-Bize gönderilecek müslümanlardan bazısını
Halid bin Süfyan'a karşılık öldürür; diğerlerini ise Mekke'ye götürerek satarız.
Böylece biz intikamımızı aldığımız gibi Kureyş de satın aldığı müslümanları
Bedr'deki kayıplarına karşılık katledebilirler.
Lıhyanoğulları, gözleri parlayarak sözlerine
devam ediyorlardı:
-Kureyşliler için Bedr'de akrabalarını
öldürenleri işkencelerle katletmekten daha zevkli hiç birşey tasavvur
edilemez.
.....
Adal ve Elkare kabilelerinden Medine'ye
gidecekler tesbit edildi.
Bunların başına kimin geçmesi sözkonusu
olduğunda, içinde sinsi arzular büyüten Süfyan bin Halid, büyük bir istekle buna
talip oldu. Zira, Süfyan, kocası ile oğlunu Uhud'da kaybeden Talha ibni Ebi
Talha'nın karısı Sülafe'nin bunları öldüren Âsım bin Sabit'in başı için yüz
kızıl tüylü deve vereceğini vaadettiğini öğrenmişti.
Süfyan, Mekke'de bir yolunu bularak Sülafe ile
görüşmüş ve vaadini bizzat kendisine doğrulatmıştı.
...artık rüyasında kızıl tüylü develer gören
ve, yüreği mal hırsı ile kavrulan Süfyan bin Halid, Adal ve Elkare'den seçilen
yedi sahtekârla beraber Peygamber aleyhisselâma gittiler. Rollerini güzel
ezberlemişlerdi ve iyi oynamaya hazırdılar. Çünkü bu iman düşmanlarına da kızıl
tüylü develerden pay verileceği kulaklarına fısıldanmıştı.
......
Bu sırada Büyük Peygamber de müşriklerin
Medine üzerine gelmek hususunda herhangi bir hazırlıkları olup olmadığını
sorup-öğrenmek için sahabilerden birkaç kişiyi gizli haber alma elemanı olarak
Mekke'ye göndermeyi düşünüyordu.
Medine'ye gelen müşrik davetçileri, doğrudan
Âsım radıyallahü anh'ın babası Sabit'in evine misafir oldular. Hazreti Âsım'a
gayet mültefit davranarak O'nu yanlarında götürmeyi çok istediklerini
söylüyorlar.
...daha sonra Sevgili Peygamberimiz'in
sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, yüksek huzuruna kabul edildiler. Davetçiler,
bütün şeytani hünerlerini takınmışlardı. En inandırıcı halleri ile
konuşuyorlardı:
-Yâ Resûlallah! Bizden çok kimse müslüman
oldu. Ancak ne Kur'an-ı Kerim okumayı biliyoruz; ne de şeriat'den haberimiz var.
Bunları öğretecek insanlara muhtacız. Bu sebeple bize dinimizi öğretecek
kimseler göndermeni istemek için buraya kadar geldik.
Peygamberler Peygamberi, hemen cevap
vermediler...bu davet, göndermeyi düşündükleri istihbarat elemanları için de iyi
bir fırsat olabilir; giden mü'minler, değerli bilgilerle
dönebilirlerdi.
İlahî bir işaret de bekliyor olabilirlerdi. Bu
sebeple yalancılar, daha bir kaç gün Âsım bin Sabit'lerde misafir kaldılar.
Mübarek sahabi, nereden bilsin ki ekmek yedirdiği bu insanlar, O'nun canına
susamışlar. Nihayet Peygamberimizden izin çıktı. Bu iş için eshabından on kişiyi
vazifelendirdiler...bunların yedisi tanınmış simalardı: Âsım bin Sabit, Mürsed
bin Ebi Mürsed, Habib bin Adi, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Tarık, Halid bin
Ebu Bekr, Mus'ab bin Abdullah. Emirleri, Efendimiz'in kararları ile Âsım bin
Sabit hazretleri oldu.
Savaş için değil, ilim için yola çıkan
mü'minler, yanlarına sadece kılıçlarıyla bir kaç ok ve mızrak
almışlardı...davetçi kâfirlerle birlikte yol alıyor ve fakat emniyet için gündüz
gizlenip gece gidiyorlardı. Çünkü asil sahabiler, yanlarındakileri de müslüman
biliyorlardı.
Nihayet Nahide adlı yere varıldı. Hilebazlar,
içlerinden birini müslümanlara farkettirmeden Süfyan bin Halid'e yolladılar.
Merak ve heyecanla beklediği haberi alan Süfyan, hemen yanına yüzelli kişi
alarak yola çıktı. Onlar gelirken malûm yolcular, bir sabah Reci Suyu başına
kondular. Burada hurmayla azık yiyerek bir mikdar dinlendikten sonra
yanıbaşlarındaki dağdan yukarı doğru çıktılar. Onların su başından ayrılmasından
hemen sonra bir kadın çoban, suya geldi ve yerde Medine hurması çekirdekleri
gördü; korktu.
...yakınlarda Medinelilerin bulunduğunu
anlamıştı. Müslümanlar, kendilerine bir baskın verebilirlerdi. Bu sebeple
kavmini vaziyetten derhal haberdar etmek için oradan ayrıldı. O, daha yoldayken
Süfyan bin Halid kumandasındaki müşrikler de oraya yetiştiler...kadın,
gördüklerini anlattı. Kâfirler, Reci suyu boyunca iz sürerek Âsım bin Sabit ve
arkadaşlarını buldular. Müslümanlar, bir davetçinin küffar arasında olduğunu
görünce o ân tuzağa düştüklerini anladılar.
...manzara vahimdi. Kendileri birer çıplak
kılıçla bir kaç ok ve mızrağa sahip on garip; düşmansa kalabalık ve bütün
imkânlara mâlik gözü dönmüş bir güruh. Mü'minler, yukarıda dağın tepeye yakın
noktasında; müşriklerse aşağıda eteklerde dizilerek gergin bir şekilde beklemeye
başladılar. Sahabilerle birlikte gelen kâfirlerin tamamı karşı saflara
geçmişlerdi. Her iki tarafta da kılıçlar çekilmiş güneşte yanıp duruyordu. Âsım
bin Sabit, kâfirler de duyacak şekilde mü'min kardeşlerine hitap
etti:
-Kardeşlerim! Kahpeye kahpelik yakışır!
Günlerce ekmeğimizi yiyenler; kendilerine hizmet için şu kadar meşakkate
katlandığımız kimseler, bizi tuzağa düşürmüş bulunuyorlar. Sayıları bizden
fazla, silahları çok. Ama biz de mücadeleyi elden bırakmayacağız. Aslında bu
belki de hesapta olmayan bir ânda şehidlik nimetine kavuşmamız demektir. Ben,
sizlere haklarımı helal ettim; ey Resûlullah'ın dostları siz de haklarınızı bana
helal ediniz.
Birden dağlar yankılandı:
-Helal ettik.
Mü'minler kendi aralarında da
helâlleştiler.
Tekrar Âsım radıyallahü anh
konuştu:
-Şehidlikten nasibi olanlara şimdiden mübarek
olsun; esir düşeceklere sabır diliyorum. Allah, sabredenlerle
beraberdir.
Bir avuç yiğidin ölüm karşısındaki bu
soğukkanlı tavırlarından bir ân hayrete düşerek öylece onlara bakakalan islâm
düşmanları, nihâyet toparlandılar. Süfyan bin Halid aşağıdan bağırdı:
-Yâ Âsım! Teslim olun! Bize karşı gelmeye
yeltenmeyin! Böyle bir şey hayatınıza malolur!
-Allah'ın verdiği canı kimse
alamaz!
-Yâ Âsım! Bize âsi olursanız size
acımayız.
-Biz size değil, Allah'a âsi olmaktan
korkarız. Siz kendi cehennemlik halinize acıyın.
-Yâ Âsım gelin teslim olun!
-Biz mü'miniz. Bir mü'min hainlerin
merhametine sığınmaz.
-Yâ Âsım! Bize gelirseniz hiç birinize
dokunmayacağız. Buna söz veriyoruz. Maksadımız sizi öldürmek değil. Size
karşılık Mekkelilerden bazı menfaatler koparmak istiyoruz. Hepsi bu
kadar.
-Hayır yalan söylüyorsunuz. Biz kâfirlere
inanmayız. Hem niçin sizin menfaatlerinize âlet olalım?
Bunu diyen sahabi, aşağıdaki kâfirlere şimşek
gibi bir ok fırlattı. İlk taarruz müslümanlardan gelmişti. Zira en iyi müdafaa
taarruzdur. Ve mü'minler düşünüyordu ki "biz ölmeden öldüreceğimiz kadar kâfir
öldürelim. Onların noksanlığı müslümanlar için kazanç olur."
Âsım bin Sabit, ok atarken bir taraftan da
ölümün hak, bu dünyanın geçici ve kaderde olanın karşımıza çıkacağına dair
şiirler söylüyordu.
Hazreti Âsım, okları büyük bir ustalıkla
düşmana savuruyor ve her ok isabet kaydediyordu. Bu arada diğer müslümanlar da
aynı gayrette ok atıyorlardı...nerede yüzelli kişiden gelen ok sayısı, nerede on
mücahidin fırlattığı oklar? Küffara can kaybı verdiriyor ama kendileri de şehid
oluyorlardı. Âsım bin Sabit radıyallahü anh, ok tirkeşindeki yedi okun hepsini
tükettikten ve mızrağı kırıldıktan sonra kılıcını eline aldı ve yanık bir
yürekle dua etti:
-Allahım! Ben, senin dinini ta ilk zamandan
beri müdafaa ettim; sen de benim cesedimi düşmandan mahafaza eyle.
Zira kahraman sahabi, Talha ibni Ebi Talha'nın
karısı Sülafe'nin kendisi için beslediği zalim niyeti; yani başını getirene yüz
deve vermeyi vaadettiğini ve kafatasında şarap içmeye ahdettiğini
işitmişti.
......
İki ayağından oklanan Âsım bin Sabit, şehid
oldu. Bir çok yaralar almıştı... O'nun şehid olmasıyla müşriklerin Âsım
hazretlerine doğru koşturmaları bir oldu...ancak, mübarek şehidin yanına
varmışlardı ki tahmin edilmedik bir şeyle karşılaştılar. Binlerce arı, Âsım
radıyallahü teâlâ anh'ın cesedinin etrafını sarmış çevresinde uçuşup
duruyorlardı. Arılar şehidin başını keserek Sülafe'ye götürmek için yaklaşmak
isteyenlere arılar, öyle şiddetle hucüm ettiler ki her defasında kaçıp
uzaklaşmak zorunda kaldılar... Sonunda "gece olsun o zaman kafasını keseriz"
dediler. Gece karanlığında arı olmayacağına kani idiler. Bu esnada çarpışma
devam ediyordu. Müslümanlar, Hazreti Âsım'dan başka altı şehid daha vermişlerdi.
Geriye sadece üç mümin kalmıştı. Bu üç yiğit insan da yaralar içinde ve
bitkindi.
Süfyan bin Halid yine seslendi:
-Size eman veriyoruz. Dokunmayacak ve zarar da
yapmayacağız. Teslim olun.
-Sözünüz kat'i mi?
-Evet kat'i söz veriyoruz.
Habib bin Adi, Abdullah bin Tarık, Zeyd bin
Desinne aşağı indiler.
...ancak yalan söyleyen hainler hemen
üzerlerine saldırarak bu sahabileri kirişlerle bağladılar.
Abdullah bin Tarık, öfkeyle
bağırdı:
-Hani eman vermiştiniz! Nerede sözünüz?
Yalancı sahtekârlar! Bizi hiç bir yere götüremezsiniz!!!
Müşriklerle onlara direnen Hazreti Abdullah
arasında şiddetli bir çekişme başladı...bu sırada Mekke'ye yakın Merr-üz
Zahran'a gelmişlerdi. Nasıl yaptıysa Abdullah radıyallahü anh ellerini
kurtararak serbest kaldı. Serbest kaldığı ân düşmana kılıçla hamle yaptıysa da
aynı anda üzerine atılan yağmur gibi taşlarla o da şahadet şerbetini
içti.
Kâfirler, diğer iki müslüman ve mazlum esir
Habib bin Adi ve Zeyd bin Desinne'yi önlerine katarak ite kaka
gittiler.
O akşam şiddetli bir yağmur yağdı ve çıkan
seller bir çok şey gibi Âsım bin Sabit hazretlerinin mübarek cesedini de alıp
götürdü.
Yağmura rağmen gece vuruşmanın cereyan ettiği
tepeye gelen kâfirler, Âsım bin Sabit'in ölüsünü bulamayarak, ah-tühlerle geri
döndüler. Yüce Allah, Âsım bin Sabit'in duasını kabul ederek cesedinin
zalimlerin eline geçmesine izin vermemişti.
Çünkü:
Âsım bin Sabit radıyallahü teâlâ anh, Sevgili
Peygamberimizin eshabındandı. Efendimiz, O'nu Abdullah bin Cahş ile kardeş
yapmıştı. Peygamberimizin okçularındandı. Bedr'de müslümanların savaş şekli
O'nun teklif ettiği gibi cereyan etmişti. Şanlı Bedr'den başka Uhud'da da
bulunmuş ve bu müthiş mücadelede Resûlullah'ın etrafında pervane olmuş sayılı
kahramanlardan ve O'nun sadık dostlarındandı.
Lıhyanoğulları, Habib bin Adî ve Zeyd bin
Desinne'yi Mekke'ye götürerek sattılar:
Habib radıyallahü anh'ı, Huceyr bin Ebi İhab,
Bedr'de müslümanlar tarafından öldürülen kardeşi Haris yerine öldürülmek üzere
seksen miskal altın karşılığı; Zeyd radıyallahü anh'ı da Safvan bin Ümeyye yine
Bedr'de öldürülen Ümeyye bin Halef'e karşılık öldürülmek üzere elli deveye satın
aldılar.
Huceyr, esirini kölesi Maviye'nin evine,
Safvan bin Ümeyye ise kendi kölesi Nıstas'ın evine hapsetti. İki mübarek
sahabinin içi yanıyordu... Bir taraftan aldatılıp oyuna getirilmek, bir taraftan
arkadaşlarını şehid vermek, hür insanlarken düşmana esir olmak, köle gibi alınıp
satılmak, aile hasreti ve hepsinden daha ağırı Resûlullah ayrılığı...ama bu
kadar zorluklara rağmen onlar yine de sabırla dayanıyor ve her şeyi yüce
Allah'dan bilerek şükrediyorlar.
Nitekim Maviye anlatır:
-Habib benim evimde zincirlere bağlıydı.
Birgün yanına gittiğimde elinde gayet iri taneli bir üzüm salkımı gördüm.
Halbuki ne üzüm mevsimiydi, ne de çevrede veya evimde üzüm vardı. Hatta üzüm
mevsimi olsa bile Arabistan'da o irilikte üzüm yetişmezdi.
Belli ki mübarek esir, cennet nimetleri ile
mükafaatlandırılıyordu. Belki de bu hadiseye şahid olmak Maviye adlı hizmetçi
kadının daha sonra müslüman olmasına sebep oldu.
Maviye, Habib hazretlerine bir ihtiyacı olup
olmadığını sordu:
-Ya Habib bir ihtiyacın var mı? Yiyecek,
içecek veya başka bir şey?
-Bana putlar adına kesilmiş et getirme! Bir de
beni idam tarihini öğrendiğinde haber verirsen memnun olurum.
Habib, haram aylar boyunca hapiste kaldı.
Maviye, idam tarihini öğrenince bunu esire haber verdi. Bu ânı şöyle
anlatır:
-Öldürüleceği günü haber verdiğimde zannettim
ki O, türlü taşkınlıklar yapacak. Tam aksine halinde hiç bir değişiklik olmadı.
Haber, kendisiyle değil de bir başkası ile alâkalıymış gibi
soğukkanlıydı.
Maviye devam ediyor:
-Ölüm hazırlığı için bazı ricaları oldu.
Onları küçük çocuğumla gönderdim. Ancak oğlumu gönderdikten sonra korkuya
kapıldım. Çünkü çocukla esirin isteği üzre bir de ustura yollamıştım. Bir ân
için "Esir, ya çocuğu ustura ile öldürürse" diye bir endişeye kapıldım ve hemen
korkuyla O'nun hücresine koştum.
Habib hazretleri vaziyeti
anlamıştı:
-Biz sebepsiz yere insan öldürmeyiz. Bu
haramdır, dedi ve gülerek ilave etti, hem benim öldürülmemi siz mi istiyorsunuz
ki?
......
Zeyd bin Desinne ise zincirler içinde olduğu
halde geceleri teheccüd namazı kılıyor, gündüzleri oruç tutuyordu.
Zeyd radıyallahü anh'ın bütün gıdası sütten
ibaret. Ne et; ne de etli bir şey yiyor. Kitapsız kâfirlerin kestiği hayvan leş
olmakta...leş yemekse yasak; caiz değil.
......
Haram ayların üçüncüsü Ramazan-ı Şerif'ten
sonra her iki sahabi de hücrelerinden alınarak Mekke hareminin/yasak bölge
dışında ve şehre iki fersah uzaklıkta olan Ten'im'e getirildiler. İki çilekeş
mücahid, yolda birbirlerine sabır ve tevekkül tavsiye ediyorlar. İki darağacı
daha evvelden kurulmuş ve etrafları akrabaları müslümanlarla savaşırken
öldürülmüş kırk mızraklı gençle kadın, çoluk-çocuk ve halktan birçok meraklılar
tarafından doldurulmuştu.
Ayrıca Kureyş meşhurları İkrime bin Ebi Cehil,
Sa'd bin Abdullah, Ahnes bin Şerik, Ubeyde bin Hakim, Umeyye bin Ebi Utbe ve
Hadramioğulları da oradaydılar.
Habib bir darağacının dibine Zeyd ötekine
götürüldü.
......
Habib Hazretleri sehbaya çıkartılmadan evvel
iki rek'at namaz kıldı.
İdam mahkûmlarının asılmadan önce iki rek'at
namaz kılma adetlerinin başlangıcı Habib radıyallahü anh'ın işte bu namazıdır.
Hazreti Habib namazdan sonra Rabbine el açarak derinden derine dua etti. Ayağa
kalktığında da mü'min olduğuna ve tek hak yolun da islâmiyet olduğuna dair
şiirler okudu ve yüreği kavrula kavrula Kureyş'e beddualar etti... Kureyşliler
başlarına yıldırım düşmüşe döndüler. Müşrikler, büyük mazlumu daha fazla
konuşturmayarak idam sehbasına çıkardılar. Ve önce mânevi işkenceye
başladılar:
-Yâ Habib işte ölüyorsun. Gel İslâmiyetten dön
canını bağışlayalım!
-İslâmdan çıkmış Habibe can ne lâzım olur ki!
Vallahi şu dünyanın bütün zenginliklerini ayaklarımın dibine serseniz ben
dinimden asla vazgeçmem!
Müşrikler, bu defa O'nu Peygamberine karşı
kışkırtmaya niyetlendiler.
-Ama sen burada hayatını verirken Peygamberin
evinde rahat ve huzur içinde yaşıyor. Madem ki dininizin sahibi O, senin yerinde
Peygamberin olması lazım gelmez miydi?
-Sizler bakan ama görmeyen insanlarsınız. O'nu
tanıyabilseydiniz şimdi ne şu cinayeti işler ne de böyle
konuşurdunuz!
-Biz cinayet işlemiyoruz.
-Siz cinayet işliyorsunuz. Hem en adi
cinsinden. Nedir şu kalabalık? Burada bir cana mı kıyılıyor; yoksa cambaz mı
oynuyor?
Müşrikler yine sordular?
-Yâ Habib son kere ihtar ediyoruz! Müslüman
olmadığını söyle. Aksi takdirde Lat ve Uzza üzerine and olsun ki seni
öldüreceğiz. Çünkü siz de Bedr'de bizim yiğitlerimizi öldürdünüz.
-Ama biz böyle haysiyetsizce tuzaklar kurarak
öldürmedik. Müslüman, dostuna da düşmanına da mertçe davranır.
-Biz de mertiz.
-Bu nasıl mertlik ki yüzümü Kıbleye çevirmeme
bile mani oluyorsunuz? Ey Yüce Allahım! Şayet yanında makbul biri isem bari
yüzümü sen kıbleye çevir.
Muhteşem sahabi, bu sözlerden sonra kendini
büsbütün Allah'a verdi:
-Eyy herşeyi bilen ve her şeye gücü yeten
Allahım! Şurada karşımda düşman simasından gayrı bir sima göremiyorum. Halimizi
O'na bildirecek hiç kimse yok. Yâ Rabbi! Sen Resûlünün risaletini bize tebliğ
ettin; bizim de selamımızı ve başımıza gelenleri kendisine tebliğ et.
......
Bedr'de babası, kocası kardeşi ölmüş kırk
kişi, mızraklarla darağacındaki garip ve mazlum müslümana saldırdılar.
Mızraklar, insafsızca inip kalkarken hazreti Habib'in yüzü kıbleye döndü. Sanki
görünmez eller, düşmana rağmen O'nu kıbleye çevirmişti. Mübarek sahabi,
kan-revan içinde iken bile şükrünü dile getiriyor:
-Elhamdülillah ki Rabbim, yüzümü kendisi,
Peygamberi ve mü'minler için seçtiği Kâbeye döndürdü.
Bir mızrak, aziz insanın göğsünden girip
sırtından çıktı...bir kelime-i şahadet Ten'im ufuklarını çınlattı.
Safvan bin Ümeyye'nin kölesi Tetaş idam ipini
çekti...bir müslüman ilk defa darağacında can veriyordu: Habib bin Adî
radıyallahü teâlâ anh.
...
Bu sırada Medine'de eshabıyla birlikte olan
Sevgili Peygamberimiz'i bir ân için uyku benzeri bir hâl kapladı; tıpkı vahiy
geldiği zamanlardaki gibi. Başlarını kaldırdılar ve:
-Ve aleyhisselâm, dediler.
Eshab merak edince buyurdular ki:
-Cebrail geldi; müşrikler, Habib bin Adî'yi
öldürmüşler. Bana selâmını ve ölüm haberini getirdi. Ben de "O'nun üzerine de
olsun" diyerek selâmını aldım.
......
Müşrikler, aziz şehid Habib bin Adî'nin
cesedini öylece ipte asılı bırakarak dağılıp gittiler...
Haber, her tarafta işitilsin istiyorlardı.
Böylece bu hareketle akıllarınca müşriklere cesaret; müslümanlara da gözdağı
vereceklerdi.
Günler geçmesine rağmen Hazreti Habib'in hâlâ
idam sehbasında sallanıp durduğu haberi Medine'ye gelince ince kalbli merhametli
Peygamber, çok üzüldüler ve eshabına buyurdular ki:
-Kim, Habib'in cesedini darağacından indirirse
cennet onun nasibi olur.
Bu gayrı insani hareket, bütün Peygamber
dostlarını incitmişti. Bu bakımdan Efendimizin arzusu onları ferahlandıran bir
emir oldu. Zübeyr bin Avvam ve Mikdat bin Esved, bu canavarlığa son verme işini
üzerlerine aldılar. Ve gündüz saklanıp gece yürümek sureti ile Te'nim'e
geldiler. Ne var ki zâlimler, darağacının çevresine bekçiler koymuşlardı. İki
sahabi, geldikleri günün gece yarısına kadar bir yerde gizlenerek bekçileri
gözetlediler. Onların tahmin ettikleri gibi uykuya mağlup olmaları üzerine de
mübarek cesedi sür'atle darağacından alarak atlarına yüklediler ve yine sür'atle
oradan uzaklaştılar. Habib bin Adî, idamının üzerinden kırk gün geçmiş olmasına
rağmen sanki yeni şehid edilmiş gibiydi. Hâlâ yaralarından gül kırmızısı bir kan
sızıp duruyordu.
Sabah olduğunda kâfirler, cesedin sehbadan
alınmış olduğunu görünce takipçiler çıkardılar. Yıldırım gibi at koşturan
kalabalık sayıdaki müşrik, ertesi gün öğleden sonra Zübeyr bin Avvam ile Mikdat
bin Esved'e yetiştiler.
Zübeyr radıyallahü anh, şehidin cesedini attan
alıp yere koydu...düşman karşısında rahat hareket edebilmesi lazımdı. Fakat
O'nun cesedi yere koyduğu ân müthiş bir şey oldu. Herkesin gözü önünde cereyan
eden hadise, görenleri iliklerine kadar ürpertti. Olan şuydu: Hazreti Zübeyr'in
mübarek cesedi yere koyduğu ân toprak, O'nu hemen içine aldı. Sanki yer hasretle
yarılmış ve nicedir özlediği şehidi kalbine gömmüştü.
Zübeyr, kendisini ve arkadaşı Mikdat'ı Kureyş
kâfirlerine aile mensuplarını sayarak tanıttı ve:
-İsterseniz karşılıklı ok atalım, isterseniz
herkes kendi yoluna gitsin, dedi.
O kalabalık insanlar, iki mücahide ilişmeden
uzaklaşıp gittiler.
......
AnaSayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder