Peygamberimiz (sav)'in misafiri hiç eksik olmazdı. Uzaktan yakından pekçok
misafiri gelirdi. Bazı devlet ve kabilelerden özel ve resmi heyetler gelir,
günlerce kalırlardı. Peygamberimiz (sav) bu misafirlerle bizzat ilgilenir,
ağırlar, hizmetlerini görürdü.
Habeşistan'dan gelen heyete bizzat Peygamberimiz hizmet etti. Sahabîler,
"Siz bırakın, yâ Resulallah, hizmeti biz görürüz" dediler. Peygamberimiz,
"Onlar daha önce bizim arkadaşlarımıza ikram etmişlerdir. Şimdi ben de bu
hizmetlerinin karşılığını vermekten zevk duyuyorum." buyurdu.
Taif'ten gelen Sakif heyetini, mescitte misafir etti, ağırladı. Yine
hizmetlerini kendisi gördü. Daha sonra onlar hep beraber Müslüman olarak
yurtlarına döndüler.
Peygamberimiz (sav)'in kendi evi misafiri kabule müsait olmadığı zamanlar,
Ensardan Remle ile Ümmü Şerik'in evi misafirhane vazifesini görüyordu. Bu
kadınlar iyiliksever, cömert kimselerdi. Bazen gelen misafirler o kadar çok
olurdu ki, hizmetlerini rahatça görmek için böyle misafir evlerine taksim
edilirdi.
Peygamberimiz (sav) misafir konusunda din ayırımı yapmazdı. Herkese aynı
yakınlık ve iyiliği yapar, aynı nezaket ve anlayışı gösterirdi.
Ebû Basra Peygamberimiz (sav)'in bu tarafını şöyle anlatır:
"Ben Müslüman değildim. Resulullaha misafir oldum. Geceleyin kalktım, bütün
keçileri sağdım, sütlerini içtim. Böylece Resulullahı ve ailesini aç bıraktım.
Fakat Resul-i Ekrem bana hiçbir şey demedi."
Yine Ebû Hüreyre'nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (sav)'e bir
müşrik misafir oldu. Peygamberimiz (sav) süt ikram etti, içti. Bir daha ikram
etti, onu da içti. Resulullah (sav)'ın bu ikramı karşısında duygulanan bu müşrik
sabahleyin Müslüman oldu.
Fakat Peygamberimiz (sav)'in devamlı misafirleri, mescidin yan tarafında
ikamet eden, evi barkı, çoluk çocuğu olmayan fakir sahabîlerin oluşturduğu Suffe
Ashabı idi. Peygamberimiz (sav) onları kendi aile fertleri gibi görürdü. Onların
eğitim ve öğretimlerini üzerine aldığı gibi, geçimlerini de kendisi
karşılardı.
Peygamberimiz (sav)'in ancak dört kişinin taşıyabileceği büyüklükte bir
kazanı vardı. Öğle vakti olunca bu kazan getirilir, yemek yapılır, Suffe Ashabı
onun etrafına dizilir, Peygamberimiz (sav) ile birlikte ondan yerlerdi. Bazen o
kadar kalabalık olurdu ki, Peygamberimiz (sav) oturmaya yer bulamaz,
çömelirdi.
Peygamberimiz (sav) bazen Suffe Ashabını kendi evinde de ağırlardı. Bir gün
Suffede bulunan sahabîleri Hz. Âişe (r.anha)'nin evine götürdü. Hz. Âişe
validemize evde ne varsa getirmesini söyledi. Yemek yenildikten sonra, varsa bir
miktar daha getirmesini söyledi. Hurma ve süt geldi. Onları da yediler. Böylece
Peygamberimiz (sav) onları bizzat evinde kendisi ağırladı.
Bazen Peygamberimiz (sav)'e çok sayıda misafir gelirdi. Peygamberimiz (sav)
evde ne var, ne yoksa misafirlere ikram eder, kendileri ve ev halkı geceyi aç
olarak geçirirlerdi. Peygamberimiz (sav) geceleri uyanır, misafirlerin bir
ihtiyacının bulunup bulunmadığını sorardı. Onları yolcu edinceye kadar her türlü
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.
Bir gün Peygamberimiz (sav)'e bir misafir geldi. Yorgun ve çok fakir olduğunu
söyledi. Peygamberimiz (sav) hanımlarının birisinin evine haber gönderdi.
Hanımı;
"Yâ Resulallah, seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,
evde sudan başka bir şey yoktur." dedi.
Sonra başka bir hanımına gönderdi, ondan da aynı cevabı aldı. Neticede
anlaşıldı ki, Peygamberimiz (sav)'in hanımlarının hiçbirisinin evinde yiyecek
yoktur.
Sonra Peygamberimiz (sav) sahabîlere;
"Kim bu adamı bu akşam misafir ederse Allah ona rahmet etsin." buyurdu.
Bunun üzerine Ensardan bir zat kalktı. Kendisinin misafir edebileceğini
söyledi ve aldı, evine götürdü. Hanımına:
"Evde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.
"Çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." cevabını aldı. Hanımına,
"Çocukları bir şeyle oyala. Yemek isteyecek olurlarsa uyut, misafirimiz yemek
yiyeceği zaman kalk, lâmbayı söndür. Tâ ki kendisiyle birlikte yemek yediğimizi
göstermiş olalım."
Sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Kendileri de yer gibi yaptılar,
fakat aç olarak gecelediler.
Ev sahibi sabah olunca Peygamberimiz (sav)'in huzuruna geldi. Peygamberimiz
(sav) kendisine şu müjdeyi verdi:
"Sizin yaptığınız bu güzel işten dolayı Allah her ikinizden de razı
oldu."
Dilimizde misafirperverlik kelimesi vardır. Misafiri sevmek, ağırlamak,
yedirip içirmek, ihtiyaç ve istirahatını temin etmek hem sünnet, hem de millî
bir gelenek halinde içimizde yaşamaktadır. Bunun kaynağı ise Peygamberimiz
(sav)'in tavsiye ve teşvikleridir.
Misafiri sevmek, onu ağırlamak imanın bir görüntüsü ve alâmetidir. Bir
insanda iman ne kadar güçlü ise misafire olan yakınlığı da o nisbette artar.
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdular:
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden misafirine ikram etsin."
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden akrabasını görüp gözetsin."
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun."
Hazret-i Peygamber (sav), hem ebedî risâletin sahibi, hem İslâm devletinin
başkanı ve hem de İslâm orduları başkomutanı idi. Bu sebeple İslâm başkenti
Medine'ye gelen her seviyeden ve her inançtan fertler ve topluluklar gibi
elçiler yani diplomatik misafirler de öncelikle Hz. Peygamber (sav)'in
misafirleri idiler.
Kaynakların belirttiklerine göre, Araplar, harp-sulh gibi önemli konularda
Kureyş kabilesini takip ediyorlardı. Çünkü Kureyş'i üstün kabul ediyor ve
onların tavırlarına göre kendilerini ayarlıyorlardı. Kureyş'in düşman
olduklarına düşman, dost olduklarına dost oluyorlardı. Kureyş'in kabullerini
onlar da benimsiyorlardı. İslâm karşısında da aynı şekilde davranıp Kureyş'i
izliyorlardı.
Kureyş'in İslâm'a karşı verdiği amansız mücâdeleye rağmen, Mekke'nin,
Müslümanlar tarafından fethi gerçekleştirildikten yani Kureyş'in tam anlamıyla
İslâm ordusuna boyun eğdiği kesinleştikten sonra, çevredeki Arap kabileleri,
artık zaman kaybetmenin anlamının kalmadığı düşüncesiyle Medine'ye elçiler ve
heyetler göndermeye başladılar.
İslâm Tarihinde "Âmu'l-Vüfûd (elçiler yılı) diye bilinen günler, Mekke fethi
sonrasına rastlayan özellikle hicrî dokuzuncu yıldır. Tebük Seferi'nden
dönüldükten ve Sakif kabilesi Müslüman olduktan sonra Medine çok yoğun bir
diplomatik trafik yaşadı. Uzak-yakın yer ve yörelerden insanlar Hz. Peygamber
(sav) ile görüşmek, Müslüman olmak ya da bazı şartlarla antlaşmalar yapmak üzere
Medine'ye akın ettiler. O günlerde Medine'de, Yüce Kitabımızın 110. Nasr
sûresinde:
"Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine
girmekte olduklarını gördüğün vakit..."
diye bildirmiş olduğu günler ve olaylar yaşanıyordu.
A. DİPLOMATİK MİSAFİRLERİN AĞIRLANMASI
Biz burada sadece yabancı devlet elçilerini değil, geliş amaçlarına bakmadan,
Arap kabilelerinin temsilcilerini ve değişik yörelerden muhtelif milletleri ve
dinleri temsilen gelen kişi ve heyetleri "diplomatik misafir" olarak
değerlendireceğiz. Çünkü yakın plândan tetkik edildiği zaman, bütün bu
insanların o günün şartlarında bir çeşit diplomatik misyon üstlendikleri
anlaşılmaktadır.
1. Ağırlama
Diplomatik misafirlerin ağırlanması ile diğer misafirlerin ağırlanması
arasında, temelde hiçbir fark görülmemektedir. Elde mevcut ne varsa onunla
ağırlanıyorlardı. Benî Hanife heyetinin ağırlanması anlatılırken kendilerine
Remle binti Hâris'in evinde, sabah akşam bir defasında ekmek ve et, bir
defasında ekmek ve süt, bir defasında ekmek ve yağ verildiği
kaydedilmektedir.1
Heyetlerin misafirlik süresi aynı değildi. Üç gün kalıp gidenler olduğu gibi
15-20 gün kalan heyetler de oluyordu. Kaç gün kalırlarsa kalsınlar elçiler tam
bir din ve vicdan hürriyeti ve hareket serbestisi içinde bulunuyorlardı.
Meselâ, Necrân elçileri, geldikleri gibi Hristiyan olarak dönüp gitmişlerdir.
Hiç bir diplomatik misafire baskı yapılmamış ve zarar verilmemiştir,
peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseyleme'nin, mürted olduklarını itiraf
eden iki elçisine bile dokunulmamıştır. Hz. Peygamber (sav) onlara:
"Allah'a yemin ederim ki, elçilerin dokunulmazlığı olmasaydı sizin
boyunlarınızı vurdururdum."2
demekle yetinmiştir. Bilindiği gibi bu durum, "Elçiye zevâl olmaz" cümlesiyle
kültürümüzdeki yerini almıştır.
2. Ağırlama Yerleri
İlk İslâm başkenti Medine'ye gelen elçiler ve heyetler, ya bu iş için tahsis
edilmiş evlerde, ya Mescid'in avlusuna kurulan özellikli çadırlarda yada bazı
sahâbilerin yanında misafir edilir ve ağırlanırlardı.
Yedi kişiden oluşan Selâmân kabilesi heyeti, Medine'ye geldiklerinde Hz.
Peygamberi (sav) Mescidin önünde bir cenazeye gitmek üzereyken buldular.
Kendilerini tanıtıp Müslüman olduklarını bildirmek için geldiklerini söylediler.
Hz. Peygamber (sav), hizmetçisi Sevbân'a: "Bunları, elçilerin ağırlandığı yerde
ağırla!" buyurdu ve gitti. Sevbân onları, Arap heyetlerinin bulunduğu, hurmalık
içinde geniş bir eve götürdü. Bu ev, Remle binti Hârisin eviydi3 Remle'nin evi,
diplomatik misafirlerin çoğunun ağırlandığı "devlet konuk evi" konumundaydı.
Remle'nin evinin, Hz. Ebû Bekir (ra)'in hilafetinde de aynı iş için kullanıldığı
bilinmektedir.
Bunun yanında, muhacirlerden birinin Medine'de yaptığı ilk ev olması
sebebiyle "büyük ev" diye anılan Abdurrahman İbni Avf'ın evi de "Resûlullahın
misafirlerinin ağırlandığı" yerlerden biriydi. Hatta buraya "Misafirler evi"de
denirdi.4 Ezd kabilesi elçileri de Ferve b. Amrin evinde ağırlanmıştı.5
On dört kişiden oluşan meşhur Necran Hristiyanları temsilcilerini Hz.
Peygamber (sav), Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde misafir etmiştir.6
Öte yandan bazı kabile heyetleri, akrabalarından Medine'de olanların yanına
misafir oluyorlardı.7
Tebük Seferi dönüşünde Ramazan ayında, Medine'ye gelen Sakif Kabilesi
elçileri, Kur'ân dinlemeleri ve Müslümanları izlemeleri için Mescidin avlusuna
kurulan çadırlarda ağırlandılar. Kendilerinin hizmetiyle Halid b. Said b. As ve
Bilal el-Habeşî ilgileniyordu. Sakif elçilerinin, bu iki zat tarafından
getirilen yiyecekleri, emniyet mülahazasıyla, önce getirenler tatmadıkça
yemediklerine bilhassa işaret edilir.
Yine, Ahlaf boyu elçilerinin Benî Mâlik'ten olanları, mesciddeki bir çadırda
ağırlanmışlardır.8
Hz. Peygamber (sav) Vail b. Hucr'u misafir etmesi için Muaviye b. Ebî
Süfyân'a teslim etmiştir. O da onu Harre'de bir evde ağırlamıştır.9
Bazı elçilerin ya da misafirlerin ağırlanması işini kendiliklerinden
üstlenmek isteyen sahâbiler de olurdu. Hz. Peygamber (sav), uygun gördüklerinin
isteklerini olumlu karşılardı.10 Bazılarına da müsaade etmezdi.11
3. Ağırlama İşiyle Görevliler
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bilhassa Mescidin yakınında ağırlanan
misafirlerin hizmetleriyle Halid b. Said, Bilal el-Habeşî ve Hz. Peygamber
(sav)'in hizmetçisi Sevbân meşgul olurdu. Remle binti Hârisin evinde kimler bu
hizmeti yürütüyordu; bu konuda herhangi bir isim kaydına muvaffak olamadık.
B. HZ. PEYGAMBERİN DİPLOMATİK MİSAFİRLERLE İLGİLENMESİ
Hz. Peygamber (sav), Medine'ye gelen elçilerle yani diplomatik misafirlerle,
sayıları ne olursa olsun ve nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, Müslüman olsun
veya olmasınlar, kimi temsil ederlerse etsinler, onlarla sade ve samimi bir
şekilde ilgilenirdi.
Burada hemen işaret edelim ki, gelen heyetler genellikle kabile başkanlarının
riyasetindeki kişilerden oluşurdu. Bazan da elçiler sivil kimseler olurdu.
Heyetler içinde din bilginleri, şair ve hatipler gibi kültürel seviyesi yüksek
insanlar bulunurdu. Bu heyetler genellikle sözlü mesajlarla gelirlerdi. Ancak
Hz. Peygamber (sav)'in dine davet mektubu gönderdiği devletlerin elçileri yazılı
mesaj getirirlerdi.
Şimdi Efendimiz (sav)'in bu misafirleriyle nasıl ilgilendiğine dair kısa
tesbitlerde bulunalım.
1. Güzel Giyinmesi
Hz. Peygamber (sav), diplomatik misafirlerin gelişinden herhangi bir şekilde
haberdâr olmuşsa, onları güzel elbiseler giymiş olarak karşılardı. Hatta yakın
dostlarının da aynı şekilde güzel giyinmelerini isterdi. Cündeb b. Mekîsin
bildirdiğine göre: "Kinde heyeti geldiğinde, Hz. Peygamberin üzerinde Yemenî bir
elbise (hulle) vardı. Ebû Bekir ve Ömer de onun gibi giyinmişlerdi."12 Hatta
kendisi de bir elçilik heyetiyle gelip Müslüman olmuş olan nur yüzlü sahâbî
Cerir b. Abdullah diyor ki: "Kendisine Arap heyetleri geldikçe Resûlullah
aleyhisselâm bana haber gönderirdi. Ben de elbisemi giydikten sonra yanına
varırdım..."13
Geldiklerini haber vermeyen heyetler, çoğunlukla Hz. Peygamberi (sav)
Mescid'de bulurlardı. Onlarla tanıştıktan ve ne maksatla geldiklerini
öğrendikten sonra, kendilerinin misafir edilmesini sağlardı. Daha sonra onlarla
görüşmelerine devam ederdi.
İşaret edelim ki o günlerin âdeti olduğu halde14 Hz. Peygamber (sav),
elçileri görkemli karşılama törenleri ile etkileme gibi sun'î hiçbir yola
tevessül etmezdi.
2. Başlarını Okşaması
Hz. Peygamber (sav), aşırı derecede heyecanlı, tereddütlü gördüğü bazı
misafirlerinin başını mübârek eliyle şöyle bir sıvazlardı. Böyle bir iltifata
mazhar olan kimsenin rahatladığı ve soyu için bu işlemin bir iftihar vesilesi
olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.
3. Evine Davet Etmesi
Hz. Peygamber (sav) kendisine gelen Adiy b. Hâtem'in elini tutmuş, evine
davet etmiş; evde içi hurma lifiyle doldurulmuş tek minderi Adiy'in altına
sermiş, kendisi kuru yere oturmuştur. Adiy ile konuşmuş, tereddütlerini tek tek
saymış, sorularını cevaplamış, İslâm'ın gelecek parlak günlerini haber vermiş,
onu İslâm'a davet etmiştir. Bir ara Adiy'in bizzat kendi inancına göre haram
olan uygulamasını ona hatırlatmış, böylece onun içinde bulunduğu asıl durumu
bildiğini, ondan kurtulması gerektiğini belirtmiştir. Adiy, durumundan
utandığını, fakat Hz. Peygamber (sav)'in, kendisini utandıran bu durumunu bir
daha söz konusu etmediğini de memnuniyetle nakletmiştir.
4. Geleceklerini Önceden Bildirmesi, Övmesi
Bütün bunların dışında ve sadece Hz. Peygamber (sav)'in yapabileceği bir ilgi
ve iltifat şeklini daha tesbit ediyoruz. O da Sevgili Peygamberimiz (sav)'in
bazı zevat hakkında güzel sözler söyleyerek Medine'ye geleceklerini önceden
ashabına haber vermesidir. Meselâ biraz yukarıda isminden söz ettiğimiz Cerir b.
Abdullah ve Vâil b. Hucr bunlardandır.
Cerir diyor ki: Medine'ye varınca, devemi ıhtırdım, heybemi açıp altlı-üstlü
elbisemi giydim ve Mescid'e girdim. O sırada Resûlullah (sav) hutbe irad
ediyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu.. Yanımdaki
zâta, "Resûlullah beni andı mı, diye sordum." O da: "Evet, biraz önce, seni
güzel bir şekilde andı.'' 'Şu kapıdan, Yemenli, hayırlı bir kimse girecektir.
Onun yüzünde melek, melik nişanı vardır.' buyurdu, dedi. "Ben de Allah'a
hamdettim."15
Vâil b. Hucr diyor ki: Medine'ye gelince Resûlullah (sav) ile buluşmadan önce
onun ashâbı ile görüştüm. "Sen gelmeden üç gün önce Resûlullah aleyhisselâm
seni, bize müjdeledi. 'Vâil size geliyor' buyurdu" dediler.16
5. Ridâsını Çıkarıp Üzerine Oturtması, Minberden Ashâbına Takdim Etmesi
Hz. Peygamber (sav), Vâil b. Hucr ile karşılaşıp merhabalaştıktan sonra
üzerinden ridâsını çıkarıp serdi birlikte üzerine oturdular. Müslümanların
toplanmasını emretti. Sonra minbere çıktı, Vâil'i de minbere çıkarıp yanında
durdurdu. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Ey Müslümanlar! Bu, Vâil b. Hucr'dur. Size uzaktan Hadramevt'ten, mecbur
edilmeden, İslâm'ı özleyerek ve kabul ederek kendiliğinden gelmiştir. Kendisi
Kral oğullarının bakiyyesidir."
Daha sonra; "Allah'ım, Vâil'e, Vâilin oğluna ve oğlunun oğluna mübarek kıl'
diye dua etti. Vâil'in başını eliyle sıvadı.17
Cerir b. Abdullah, bir gün Hz. Peygamber (sav) ashâbıyla birlikte oturmakta
iken yanlarına geldi. Kimse Cerir'e yer açmadı. Hz. Peygamber (sav) üzerindeki
ridâsını çıkarıp Cerir'e attı ve "Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!" buyurdu.
Cerir alıp oturdu ve "Ey Allah'ın Resûlü! Senin bana ikram ettiğin gibi Allah da
sana ikram buyursun." diyerek teşekkür etti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), çevresindekilere şöyle buyurdu:
"Size bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü geldiği zaman, ona ikramda
bulunun ve saygı gösterin."18
6. Kaldıkları Yere Uğrayıp Hal-Hatır Sorması
Hz. Peygamber (sav), misafirhaneye veya mescidin avlusundaki çadırlara
yerleştirdiği diplomatik misafirleriyle yakından ilgilenirdi. Sakif elçileri
içinde yer alan Evs b. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (sav)
özellikle yatsı namazını kıldıktan sonra yanlarına gider, onlarla konuşur,
Kureyş'ten ve Mekkeliler'den çektiklerini ve Medine'deki gelişmeleri onlara
anlatırdı.
7. Misafirlerin Gündeme Getirdiği Her Konuyla İlgilenmesi
Hz. Peygamber (sav)'in diplomatik misafirleri arasında çok değişik isteklerde
bulunanlar oluyordu. Meselâ, kendisini imtihan etmek için gelenler19, şair ve
hatiblerini getirip şiir ve hitabet yarışması yapmak ve yarışma sonucuna göre
Müslüman olmaya veya olmamaya karar vermek isteyenler20, Sakif elçileri gibi,
namazdan muaf tutulmaları, Lat putuna dokunulmaması gibi kabulü mümkün olmayan
imtiyazlar peşinde koşanlar, Necran Hristiyanları heyeti gibi, işi karşılıklı
lanetleşme noktasına kadar vardıran tartışmacılar, kuraklık ve kıtlıktan şikayet
edip yağmur duası isteyenler oluyordu. Hz. Peygamber (sav) bütün bu isteklerle
ilgileniyor, sorularını cevaplıyor, yarışıyor, tartışıyor, dua ediyor, onlara
İslâm'ı anlatıyor, kendi kültürlerinde ya da kitaplarında bulunan esasları
açıklıyor, böylece onların doğruyu görmelerini sağlamaya çalışıyordu.
Neticede duruma göre Müslüman olurlarsa, Kur'ân'ı okuma ve İslâm esasları
öğretiliyor, kendilerine, arazî bağışları (ıktalar) veya imtiyaz fermanları
yazdırılıyor, bazılarına başkan ve imam tayinleri yapılıyordu. Hatta bu
yazılardan birinde Benî Bârık'lara verilen yazıda, konumuzla ilgili şu satırlara
da rastlamaktayız: "Onlar, harp veya kıtlık sıralarında Müslümanlardan
kendilerine uğrayacak kimseleri üç gün misafir etmekle yükümlüdürler."21
Müslüman olmayanlarla da hukukî anlaşmalar yapılıyor, yazılar yazılıyor,
emannâmeler veriliyordu.
8. İsimlerini Değiştirmesi
Bu arada şu hususa da işaret edilmesi uygun olacaktır. Hz. Peygamber (sav),
tanışma sırasında öğrendiği isimlerden gerek gördüklerini güzelleriyle
değiştirir, kişilere özel iltifatlarda bulunurdu. Meselâ Benî Nebhan'ın reisi
olan Zeyd hakkında
"Araplardan bana fazileti anılan hiçbir kimse yoktur ki, yanıma gelince onu,
hakkında söylenilenlerin altında bulmuş olmayayım. Ancak Zeyd böyle değildir.
Ondaki faziletler bana tam olarak ulaştırılmış değildir."
diye iltifatta bulunmuş ve Zeydü'l-hayl olan adını Zeydu'l-Hayr'a
çevirmiştir.22 Şirk kültürünün tezâhürü olan Abdü'l-uzzâ, Adü'l-lât gibi
isimleri Abdullah ve Abdurrahman gibi tevhid inancına uygun mânâlı isimlerle
değiştirirdi. Bu işlem, Müslüman olanlar için ayrıca bir ikram kabul edilirdi.
Ancak çok nâdiren de olsa, atalarının koyduğu ismin değiştirilmesine sıcak
bakmayan diplomatlar da çıkardı.
9. Yol Azığı ve Bahşişler Verilmesi
Elçilere dönüşlerinde yol azığı hazırlanır ve bahşişler verilirdi.. Elde
mevcut imkânlara göre bu bahşişlerin miktarı az çok değişirdi.
Resûlullah (sav), kendi elçileri vasıtasıyla İslâm'a girmeye davet ettiği
kabile başkanı ve hükümdarlara hediye göndermezdi. Onlardan gelen hediyeleri
çoğunlukla kabul, nadiren red ederdi. Fakat kendisine gelen elçilere mutlaka
hediyeler verirdi. Hatta Tebük'te kendisine gelen Bizans elçisine Hz. Peygamber
(sav), "Asıl yerimizde (Medine'de) olsaydık sana hediye verirdim." diye
üzüntüsünü iletti. Bunu işiten Hz. Osman (ra), heybesinden kıymetli bir kumaşı
çıkarıp elçiye hediye etmesi için Hz. Peygamber (sav)'e verdi. Hz. Peygamber
(sav) Hz. Osman (ra)'ın bu ikramından son derece memnun kaldı.23
Burada hemen işaret edelim ki, elçilere hediye verme işini Hz. Peygamber
(sav) ısrarla tatbik etmiş ve vefatından önce, Müslümanlara şu tavsiyede
bulunmuştur:
"Benim kendilerine hediye verdiğim gibi, siz de elçilik heyetlerine hediye
verin!"24
SONUÇ
Hz. Peygamber (sav)'in özellikle diplomatik misafirlerine karşı gösterdiği
ilgi ve misafirperverlik, misafirlikte din, dil ve ırk ayrılığının asla neticeye
tesir etmediğini göstermektedir. Onun bazı elçi gruplarını Mescide yakın bir
yerde, bazılarını da Mescid'de ağırlaması, sırf imkânsızlık sebebine bağlanamaz.
Kur'ân dinlemeleri ve Müslümanların ibâdetlerini, beşerî ilişkilerdeki
kazandıkları seviyeyi bizzat görmelerini sağlamak, böylece dolaylı yoldan onlara
tebliğde bulunmak gibi ulvî bir maksada dayalı olduğu muhakkaktır. Bu sebeple
günümüzde de mabed ve mescidlerimizi ziyaret etmek isteyen gayri müslim devlet
adamları, diplomatlar ve turistlere usûlü dairesinde kolaylık ve anlayış
göstermek, hem vazgeçilemeyecek bir tebliğ imkânı ve görevi hem de -insanî
bakımdan- misafirperverlik gereğidir. Kaydedildiğine göre, Sakif kabilesi
elçileri, müşrik oldukları halde Mescid'e girmişlerdi. Müslümanlardan bu durumu
yadırgayanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), "Yer yüzü hiçbir şeyden
kirlenmez." buyurdu.25 "Onları, Kur'ân dinleyebilecekleri bir yerde misafir
edeceğim." diyerek26 maksadını duyurdu. Müslüman ülke yöneticilerinin böylesi
bir amacı gözardı etmemeleri, diplomatik misafirlerini Kur'ân
dinleyebilecekleri, Müslümanların ibadetlerini izleyebilecekleri saatlerde
mabedleri ziyaret ettirmeleri, Sünnet-i Seniyye'ye uygun bir davranış olacaktır.
Bu tür davranışın bir Müslüman için misafire ikram anlamı taşıdığı
unutulmamalıdır.
Kendi ülkelerinde daha iyisini, daha kalitelisini bulduktan bir takım müzik,
tiyatro ve dış kaynaklı gösterilerle iyi bir misafir ağırlama yapıldığı yanlışı
artık terk edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde siyasal bakımdan
Osmanlı'yı kötüleyen dış mihraklar bile, o toplumdaki insanî davranışların ve
gördükleri güzel İslâmî muamelenin hâlâ senâkârıdırlar. O halde sırf ticarî
amaçlarla değil, Müslümanca düşüncelerle yabancılara gösterilecek Müslüman-Türk
nezâket ve misafirperverliği birçok gönlün kazanılmasına, hiç değilse, düşmanlık
duygularının ve peşin hükümlerinin değişmesine vesile olacaktır. Bu da
Müslümanlar ve Müslümanlık adına bir kazançtır.
Misafirperverliğin uluslararası boyutta böylesi bir "adam kazanma, ya da
gönül yapma" fonksiyonu bulunmaktadır. Turistlere "yolunacak kazlar" diye değil,
"kazanılacak kalpler" diye bakmak, ona göre muamele etmek gerektiği artık
birilerince hem anlaşılmalı hem de halkımıza anlatılmalıdır. Kim bilir belki
böylece, sırf ticârî amaçlı, ahlâkî içerikten yoksun turizm politikaları
yüzünden uğradığımız büyük değer kayıplarını bir ölçüde telafi imkânını
buluruz.
Yazımı bu hususun bir başka noktasına dikkat çeken bir olayı anlatarak
bitirmek istiyorum:
Hicretin onuncu yılında Medine'ye gelip Müslüman olan Benî Muhârib
temsilcileri içinde bir kişi vardı. Hz. Peygamber (sav) ona dikkatle baktı.
Adam:
"Herhalde beni tanıdınız, ya Resûlallah?" dedi.
Efendimiz:
"Galiba ben seni görmüştüm." buyurdu.
Adam:
"Evet, sen beni görmüş ve benimle konuşmuştun. Ben ise sana çirkin sözler
söyleyerek karşı koymuştum. Olay Ukaz panayırında olmuştu. Sen o zaman Arap
kabilelerini dolaşıp İslâm'a davet ediyordun. O zaman arkadaşlarım içinde sana
benden daha katı ve kötü davranan olmamıştı. Hamdolsun Allah'a ki, sana inanacak
kadar bana ömür verdi. Halbuki o gün benim yanımdaki arkadaşlarım, kendi dinleri
üzerinde şirkleri içinde ölüp gittiler."
Efendimiz:
"Kalbler, Allah'ın dileğine tâbidir, O'nun elindedir." buyurdu.
Adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bağışlanmam için dua et!" dedi.
Efendimiz:
"Müslüman olmak, önceki günahları ortadan kaldırır!" buyurdu.27.
Biz de yazımızın sonunda, şimdiye kadar Ebedî Risâlet Sahibi'nin davetine
uymamış, karşı çıkmış olanların tümüne birden bir kez daha seslenerek,
"İslâmiyet, geçmiş günahlara kefârettir." diyor, daha fazla geç kalmanın kimseye
bir yararı olmayacağını hatırlatıyoruz. Çağrımız, Ebedî Risâlet'in çağlar üstü
diplomatik çağrısıdır: "İslâm ol, kurtul!"28.
DİPNOTLAR:
1. İbn Sad, Tabakât, I, 316.
2. Ebû Dâvûd. Cıhâd 154.
3. İbn Sad. Tabakât I. 332.
4. Bkz. Kettânî, et-Terâtibu'l-İdâriyye (trc. A. Özel), II, 202.
5. İbn Sad, Tabakât, I, 338; Koksal, İslâm Tarihi, x. 115.
6. İbn Sad, Tabakât, I,357-8
7. Bkz. İbn Sâ'd, Tabakât, I, 328; Köksal, a.g.e., x, 134
8. İbn Sa'd. Tabakât. I,313.
9. İbn Sad, Tabakât, I,351
10. Bkz. İbn Hacer. el-İsâbe, II,421; III, 254
11. Koksal, a.g.e., ıx. 305.
12. İbn Sa'd. Tabakât, IV, 346; Kettâni, et-Terâtibu'i-İdâriyye. II, 209
13. Zehebî, Siyer, II. 382.
14. Bkz. S. Müneccıd, en-Nüzumu'd-Diplomasiyye fi'l-İslâm, s. 38, (Beyrut,
1403/1983)
15. Ahmed b. Hanbel, Müsned. IV. 359-360, 364; Zehebi, Siyer, II, 380-381;
Koksal, a.g.e., x, 101.
16. Heysemî. Mecmeu'z-zevâid, ıx, 374 17.Kaynakları için bkz. Koksal, a.g.e.,
x, 146-147.
18. Zehebi, Siyer, II,381.
19. Kaynaklar için bk., Koksal, a.g.e., x, 137
20. Geniş bilgi ve kaynakları için bk., Köksal, a.g.e., ıx, 32-33.
21. İbn Sa'd, Tabakât, I, 352; Köksal, a.g.e., x, 159
22. İbn Sa'd, Tabakât, I, 321; Koksal a.g.e., x. 8.
23. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 74-75.
24. Bkz. Buharî, Cihad 176-177; Kettanî, a.g.e., II, 207.
25. Köksal, a.g.e., IX, 303. (Vâkıdî, Meğâzî, III, 964'den naklen)
26. İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, III. 31; Köksal, a.g.e., ıx. 303-304.
27. Kaynaklar için bkz, Köksal, İslâm Tarihi, (Medine devri) x, 324-325,
28. Buharî, Bedu'l-Vahy 6; Cihad 102; Müslim, Cihâd 74; İbn Mâce, Mukaddime
10.
(Doç. Dr. İsmail L. Çakan)
Sorularla
islamiyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder