Cilt 7
SEVGİLİ
PEYGAMBERİM
CİLT 7
Sevgili Peygamberimizin Medine'ye yerleştikten
sonra ilk yaptığı işlerden biri Hicret'den evvel vefat etmiş bir mü'minin kabri
başında cenaze namazı kılmak oldu...
Bera bin Marur, Hazreç kabilesinin
reislerinden ve Medineli müslümanların önderlerinden.O da Resulullah'a Akabe'de
biat etti...ve biat merasiminde ayağa kalkarak veciz bir konuşma yaptı... Yüce
Allah'a hamd ettikten sonra O'na, sallallahü aleyhi ve sellem, uymanın, O'nun
ümmeti olmanın anlam ve değerine dikkatleri çekiyor ve kazanılan bu nimetin
üzerine titremek lâzım geldiğini hatırlatıyordu...
Bera, radıyallahü anh, daha o günden son
Peygamberin sevgisini kazanmıştı...
Bütün Medineli müslümanlar, namazlarını Kudüse
dönerek kılarken Bera bin Marur Kâbe'ye yöneliyordu.
Bir gün bir Medine kafilesi ile Mekke'ye
giderken diğer mü'minlerle aralarında bu Kâbe-Kudüs bahsi açıldı.
Bera:
-Ben sırtımı Kâbe'ye dönerek; Kâbe-i Şerifi
arkamda bırakarak Beytülmakdise yönelemem. Bu sebeple namazlarımı Mekke'ye doğru
eda ediyorum, dediğinde oradakiler:
-İyi ama; sen, Resulullahın bildirmediği bir
şeyi nasıl yaparsın. Ümmeti olduğun Peygamber üstelik Mekke'de hemen Kâbe-i
Şerifin yanında yaşadığı halde kıble olarak Kâbe'ye değil de Mescidi Aksaya
duruyor; sen aklına uyuyorsun... böyle olur mu?
Israr etti...
-Ben Kâbe'ye sırtımı dönemem...dediAma
huzursuz olmuştu.. Ya bu yaptığından Peygamber aleyhisselâm memnun olmazsa... Bu
sebeple Mekke'ye gelince doğruca ahir zaman Nebisine gitti ve yolda arkadaşları
ile aralarında geçen konuşmaları arz etti...
-Ey Allahın Resulü ben namazlarımı Kâbe'ye
dönerek kılmaya devam ettim ama; arkadaşlarımın ikaz ve muhalefetlerinden dolayı
içime bir huzursuzluk girdi... nedir bu işin doğrusu?
Sevgili Peygamberimiz cevap buyurdular...
kısa, lâkin mânâsı derin, işareti geleceği kucaklayan bir cevap:-Biraz
sabretseydin ne iyi olurdu...
Bera, radıyallahü anh'ın ondan sonra bu sözün
dışına çıkması mümkün mü? ...anlaşılan daha evvel kıble hususunda Allah
Resulünden nakledilen bilgiler kendisine tam ulaşamamıştı...
Sonra, bütün diğer mü'minler gibi o da
vefatına kadar namazlarını hep Kudüse doğru kıldı...
Hazreti Berâ, Hicret'den bir ay evvel
Medine'de dünyasını değiştirdi.
Hazreç'in reisi hasta yatağında iki şey
vasiyet ediyordu:
-Malımın üçte birini dilediği yere sarf etmek
üzere Resulullah'a veriniz... Bir de beni, ölünce kabirde Kâbe istikametine
çeviriniz. Çünkü Peygamberimize Hac mevsiminde yine ziyaretine gideceğimi vaad
etmiştim; ama, görüyorsunuz ki ölüyorum. Sözümde durmam mümkün değil.
Vasiyet edildiği gibi mezarında Kâbe tarafına
çevrildi...
ve öylece toprakla örtüldü..
Hicret'ten sonra Sevgili Peygamberimiz, eshabı
ile birlikte Bera radıyallahü anh'ın kabrine giderek saf tutup cenaze namazını
kıldılar ve Hazreti Bera için:
-Ya Rabbi Bera'yı affeyle. O'na rahmet eyle;
O'ndan razı ol!Diye dua ettiler...
İşte ilk cenaze namazı.
O'nu ziyaret etmek isteyen sahabi, araya ölüm
engeli girdiği için Peygamberimize gidemeyince; Peygamberi; rahmet ve merhamet
kaynağı olan O Sultan, kabri ziyaret ediyor ve cenaze namazını
kılıyor...
Mezarında Mekke tarafına uzanarak Peygamber
yolunu gözleyen; O'nun hicretini bekleyen Berâ radıyallahü anh... Sevgisiyle
Allah Resulünü kabrine çeken Berâ radıyallahü anh.
Kâbe sevdalısı ve Resulullah âşıkı böyle bir
Bera bin Murar ölmüş, aradan zaman geçmiş olsa da cenaze namazı kılınmaz
mı?
....Hicretten sonra; Mescid-i Nebi yapılırken
ensar'dan ilk vefat eden Külsüm bin Hidm oldu.
Sevgili Peygamberimi'zi Kuba'da evinde misafir
eden bu aziz insan Hicretten önce iman edenlerdendir. Eşraf'tan biri idi...ama
O'na tarihin verdiği yüksek liyakat Medine şereflilerinden olduğu için değil
bütün zamanların en büyüğüne gösterdiği hürmet ve hizmet sebebiyle.
İleri bir yaşta müslüman olan ve ayrıca
Peygamberini evinde misafir etme bahtiyarlığına kavuşan Külsüm, radıyallahü anh,
kavuştuğu nimetlerin huzuru içinde Kuba köyündeki evinde ebedi âleme
göçtü...
Az bir zaman sonra da Es'ad bin Zürare,
radıyallahü anh, dünyasını değiştirdi...
Hazreti Es'ad, islâmiyeti Medine'ye ilk
getiren onu orada ilk yayan insan. Başka bir hususiyeti de Âkabe biatlarının
hepsinde bulunmak.
Ölümü boğmaca hastalığından. Son nefesini
verirken aziz ve kadirşinas Peygamberi hemen başucundaydı. Mubarek sahabi,
kızlarını Allah'ın Resulüne havale etti... Ve O da engin bir huzur içinde ruhunu
Rabbine teslim etti.
Cenazesini Sevgili Peygamberimiz yıkadılar üç
parçalı bir bürüdle kefenlediler, namazını kıldırdılar ve cenazenin önü sıra
yürüdüler ve Baki kabristanına defnettiler.
Es'ad bin Zürare, Cennet'ül Baki'nin mukaddes
toprağına gömülen ensarın ilki...
Kureyşli kâfirler, bir ân olsun boş
durmuyorlar. Hiç bir şey yapamasalar mü'minleri dilleri ile rahatsız
etmekteler.
Etrafında pervane gibi dönen o aziz
arkadaşlarını Sevgili Peygamberimizden soğutmak için, insanlığın biricik
kurtarıcısı şan ve şerefde eşsiz ve en büyük rehberi karalayıcı laflar
ediyorlar...
dedikleri, mü'minler tarafından üzüntüyle
Efendimize naklediliyor.
En üstün kul, en üstün Peygamber ve Kâinatın
Efendisi, müslümanların mescidi doldurdukları vakitlerden birinde minbere
çıkarak ayakta oldukları halde hakikatleri bir bir dile getirdiler. Maksatları
övünmek değil. Övünmeye ihtiyaçları yok ki niçin buna niyetlensinler? Onların
yüksek arzuları zihinlerin bulanmaması.... Hiç bir mü'min kalbinin yalanlara
meyletmemesi. Buna mani olmak istiyorlar.
Yaradılmışların en yücesi, geçmiş ve gelecek
zamanların en iyisi, sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdular ki:
-Her asırda yaşıyan insanların en
seçilmişlerinden dünyaya geldim.
-Allâhü teâlâ, İsmail aleyhisselam evlâdından
Kinâne ismindeki kimseyi ve O'nun sülalesinden Kureyş ismindeki zâtı beğendi.
Kureyş evlâdından da Hişam oğullarını sevdi. Onlardan da beni süzüp
seçti.
Allâhü teâlâ, insanları yarattı; beni,
insanların en iyi kısmından vücude getirdi. Sonra bu kısımlardan en iyisini
Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden,
ailelerden en iyilerini seçip beni bunlardan meydana getirdi. O halde benim
ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım, en iyi
insanlardır.
Allâhü teâlâ, her şeyi yoktan var etti.
Bunların içinde en çok insanları sevdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini
Arabistan'da yerleştirdi. Arabistan'daki seçilmişler arasından da beni seçti.
Beni her zamanki insanların seçilmişlerinde; en iyilerinde
bulundurdu.
-Benim dedelerimin hiç biri gayrı meşru yola
sapmadı. Allâhü teâlâ, beni iyi babalardan, temiz analardan getirdi.
Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı; ben bunların en hayırlısında, en iyisinde
bulunurdum...
...kâfirler, aynı zamanda şiirlerle
Resulullahı ve mü'minleri kötülüyorlar. Onların şiirlerine Ensar şairleri de
gerekli karşılığı vermeye başladılar.
Kılıçla cihaddan önce kelâmla cihad
başlamıştı.
Ensarın üç büyük şairinden Kâ'b bin Malik, bir
destan şairi... Allah düşmanlarının iftira ve karalamalarına karşılık
Efendimizle mü'minlerin kahramanlıklarını terennüm ediyor.
Abdullah bin Revaha, müşriklerin batıl olan
itikat ve amellerini hicvederek yerden yere vuruyor.
Ensarın en büyük şairi Hasan bin Sabit,
peygamber düşmanlarının soy sop ve ahlakî ayıplarını dile getirerek onları el
içine çıkamaz hale sokuyor.
San'at, islâmın hizmetinde.
Seçilmişlerin en kıymetlisi Resulullah,
sallallahü aleyhi ve sellem, bu üç aziz dosta, radıyallahü anhüm:
-Mü'min kılıcıyla da, diliyle de cihad eder.
Diyerek yaptıklarından memnuniyetlerini ifade buyuruyorlar...
....Yesrib", "fesad" veya "ayıplanmış" demek.
Bir Peygamber beldesinin bu ismi taşıması hiç de güzel değil. Bu sebeple
Peygamber Efendimiz, hicret ettiği bu şehrin ismini "Medine" olarak değiştirdi
ve bundan sonra Yesrib denmesini yasakladı ve:
-Her kim, bir kere "Yesrib" derse on kere
"Medine" desin, buyurdular.
Ve yine buyurdular ki:
-Medine'ye "Yesrib" diyen Allah'dan af
dilesin...
...Hatta "Allah'dan af dilesin" cümlesini tam
üç kere ard arda tekrarladılar...
Bu sebeple Hicret'den sonra "iki kara taşlık
arasındaki yer" Son Peygamberin de orada bulunmasından dolayı "Medine-i
Münevvere" oldu... nurlu şehir.
İlk İslam Devletinin ilk Başşehrinin hukuku
korunuyordu..
Sıra geldi hududunun tayinine..
İki küçük dağ Medine'nin tabii sınırıydı. Sevr
ve Ayr.. Sevgili Peygamberimiz, bu iki dağın arasını harem/yasak bölge ilan
ettiler.
Efendimiz buyurdular ki:
-İbrahim aleyhisselam, Mekkeyi haremleştirdiği
gibi ben de Medine'nin Ayr ve Sevr dağları arasını haremleştirdim. Her
Peygamberin dokunulmaz ve seçkin bir yeri vardır.
Çevresi belli edilen bu bölgede silah
taşınması, ağaç kesilmesi, ot biçilmesi ve insana yakışmayan kötü bir fiilin
işlenmesi yasaklandı. Yasak Bölge'de her şey izne bağlanıyordu.
Böyle bir fiili işlemeye cesaret edecekler
için Resulullah en büyük mânevi müeyyideyi koydular:
-Böyle habis bir iş işleyen veya o suçluları
evlerinde saklayanlara Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti
olsun.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve
sellem, daha sonra Medine'nin hudutlarının tesbit edilmesini emir buyurdular.
Kâ'b bin Malik, radıyallahü anh bu işle vazifelendirildi...
Tâ Nuh aleyhisselâmdan beri çeşitli millet,
kavim ve kabilenin kaynaştığı, birbiriyle çekiştiği "nurlu şehir" şimdi tarih
içindeki mânâsını buluyordu. Kabile ve aşiretlerin nefsî ve ırkî sebeplerle
kavgalaştıkları yerde şimdi İslâmiyet henüz açmış güller gibi renk renk koku
koku yeryüzüne yayılacaktı...
Bütün müminler, bu "harem" şartına kayıtsız
şartsız bağlılar. O kadar ki...bir çocuk bu bölgede bir serçe kuşu avlasa;
"burası harem, sen bilmiyor musun; o kuşu derhal olduğu yere bırak" deniliyor ve
çocuk da hakikaten bu ikaz üzerine elindeki avı usulcacık yere bırakarak mahcup
mahcup oradan ayrılıyordu.
Eğer bu mutlak teslimiyet olmasa bir avuç
insana o muhteşem zaferler nasip olur muydu?
Eshab-ı Kiram, her şeyleri ile örnek
insanlar...
Her mü'min için ebedi model işte
onlar...
Ensar'dan imkânı olanlar, fazla olan arsa,
arazi veya hurmalıklarını muhacirlere verilmek üzere Sevgili Peygamberimize arz
ettiler...
Peygamberimiz, bağışlanan bu gayrimenkullerden
muhacirlere ev yerleri ayırdı ve ellerine tapuları verildi...
Ancak, Medine'de içecek su sıkıntısı
çekiliyor. Şehrin suyu içilebilen tek kaynağı Rume kuyusu.
Kuyu bir yahudinin elinde. Yahudi, bir damla
suyu bile parasız vermiyor. Mü'minlerin kuyuya şiddetle ihtiyaçları var... bu
ise neticede Yahudinin kesesine yarıyor.
Peygamberimiz:
-Rume kuyusunu müslümanların hizmetine verecek
olanın mükafaatı cennet olacaktır, buyurdular...
Suyun müminlerin tasarrufunda olmasının arzu
edildiği anlaşılınca Hazreti Osman, radıyallahü anh, yahudiye giderek kuyuyu
kendisine satmasını teklif etti. Ama yahudi, bütün ısrara rağmen Rume'nin ancak
yarısını elden çıkardı... O da onikibin dirhem gibi yüksek bir
bedelle...
Kuyuyu birgün müslümanlar, bir gün bu
israiloğulları kullanacaktı...
öyle yapıldı.. Lakin su, müminlere yine
yetmiyordu...
Bir zaman sonra yahudi yüksek bir bedelle
diğer hissesini de satmaya razı edildi.Hazreti Osman ikinci hisseyi de satın
alınca müjdeyi Peygamber efendimize götürdü. Buyurdular ki:
-Allah rızası için vakfet. Zaten bu emri
bekleyen büyük ve cömert sahabi Rume kuyusunu derhal vakfetti...
Sonra Sevgili Peygamberimiz, vakıf kuyuya
kadar geldiler; suyundan çektirerek içtiler ve bu suyun tad ve lezzetini
methettiler.
-Tatlı ve soğuk bir su...
Çarşı-pazar yahudi hakimiyetinde.
Efendimiz, mü'minlerin aldatılmadan alış-veriş
yapacakları yerlerin olmasını arzu buyuruyorlar. Her şeyle yakından alakadar
olmaktalar.Evvela Nebit Çarşısı'nda inceleme yaptılar:
-Burası mü'minlere yaramaz, dediler. Sonra
başka bir çarşıyı tedkik ettiler.
-Burası da münasip değil,
buyurdular.
Zübeyr, radıyallahü anh'ın arsasına bir çadır
kurdurarak ensar ve muhacirlere:
Ama bir musevi bu çadırın iplerini keserek
mü'minleri rahatsız edince; Efendimiz, Kaynuka yahudilerinin çarşısında
araştırma ve incelemeler yaptıktan sonra bir arsa beğenerek eshabın çarşı-pazarı
buraya kurmalarını emrettiler.
Müslümanlar, böylece yavaş yavaş idari-siyasi
istiklâlden sonra iktisadi istiklâle de kavuşuyorlardı...
Sevgili Peygamberimiz, buradaki ticari hayatla
çok yakından ilgileniyorlar. Satılanların uygun olup olmadığını, satanların hal
ve davranışlarını, alıcıların memnun kalıp kalmadıklarını
araştırıyorlar...
bir gün çarşıya uğradıklarında izinsiz
kurulmuş bir tezgâh gördüler ve derhal emir verdiler: Kaldırılsın!../Daha sonra
gelen Halifeler devrinde de çarşı-pazar disiplini aynen devam
ettirildi.
Öyle ki çarşı girişine yine habersiz olarak
konan bir su testisini Hazreti Ömer, görür görmez oradan kaldırttılar../Maksat
bir kaç...
Hem mü'minleri ticarete alıştırmak, hem onları
başka dinden olan insanların ekonomik baskısından uzak tutmak, hem temiz gıda ve
giyecek temini. Ölçerken, biçerken, tartarken, yaşanan bu güzel ahlakla
alış-veriş eden kimseler ister istemez tanışıyor ve mutlaka tesirinde
kalıyorlar...
Ticaret ehline o devirde verilen isim
"simsar".Efendimiz, bu kelimeyi ticaret ehline yakıştıramadılar ve onlara
"tüccar" olarak değiştirdiler..
Ve dürüst tüccarın, ahirette peygamberler,
sıddıklar ve şehidlerle beraber olacağını müjdelediler...
Sonra da her müslümanı iliklerine kadar
titretecek olan sözü ifade buyurdular:
-Aldatan, bizden değildir.
Ve bir ölçü koydular:
-Alış-veriş ederken, alacağını ister veya borç
öderken kibar ve yumuşak hareket edenle kolaylık gösterene Allâh, rahmet
eylesin.Peygamber Efendimiz, bir yahudiye bir mikdar borçlu..
Paranın ödenmesi gereken tarihe daha bir gün
varken yahudi, Resulullah'ın mubarek saadethanelerine çıkageldi...
-Alacağımı istiyorum! Abdülmuttalib oğulları,
zaten aldığını zamanında iade etmez; uzatır durur... Bunun için borcunu hemen
bugün ödeyeceksin!...
Bu sırada Hazreti Ömer, radıyallahü anh, da
Peygamberimizde misafir... Yahudinin ağır sözleri büyük sahabiyi şiddetle
rahatsız etti...
Ey habis! Eğer Resulullahın evinde olmasaydık
vallahi senin gözünü patlatırdım!!! Bu nasıl ahlaktır böyle?
...Ömer, radıyallahü anh'ı çileden çıkaran
musevinin vadesinden birgün önce kapıya dayanıp param da param demesindeki
çiğlikti. Oysa o'nun parasının zerresine zarar gelmesi imkânsızdı. Çünkü borçlu
olan şu-bu kimse değil Muhammedül Emin, sallallahü aleyhi ve
sellem...
Muhteşem sahabinin sert çıkışı yahudiyi
sindirdi ise de, Sevgili Peygamberimiz üzüldüler...
Allah, seni affetsin ya Ömer. Biz, senden
başka türlü davranmanı beklerdik... bana borcumu üzüntüye sebebiyet vermeden
ödememi; o'na da alacağını daha nazikçe istemesini söyleyebilirdin.
Peygamberimiz, yahudiye borcun vâdesine daha
bir gün zaman olduğunu; ancak, arzu ederse kendisine hurma verebileceklerini
buyurdular...
Alacaklı razı oldu.
Bunun üzerine alacaklıya istediği mikdarda
hurma teslim edildi.. Hurmaları alan yahudi, âniden kelime-i şahadet
getirdi...
Çünkü O, Resulullah'ı uzun zamandır takip
etmekteydi.. ahir zaman nebisi olduğunu beyan eden bu insan, her şeyiyle
Tevrat'ta anlatılan son peygambere benziyordu... ama bir tarafını bilmiyordu...
sert, öfkeli, çabuk hiddetlenen biri mi, yoksa yumuşak ve sabırlı mı? Tevrat'ta
zikredilen resul, yumuşak huyluydu...
Bu sebeple, alacağını kasten bir gün önceden
talep etmiş ve Sevgili Peygamberimiz'in böyle bir haksızlığa karşı tavrının ne
olacağını anlamak istemişti...
...Ve anladı.
Yumuşak, ipek gibi bir ahlâk...
Musevinin maksadı ne paranın şu veya bugünde
tahsili, ne de para yerine hurma almak.
Bu sebeple:
-Şahid olun ki, dedi. Şu bana verdiğiniz
hurmalarla, servetimin bir kısmını fakir mü'minlere hediye ettimYüce Allah'ın
seçtiği bir bahtlı kul...
.....Bu ne güzel ahlâktır Allahım!
Yumuşak ve sabırlı.
O'nun büyük mirası.
Yahudiler, Peygamberliğin İsrailoğullarından
araplara geçmesini kabul edemiyorlar. Bu sebeple mü'minleri engellemek için her
yolu kullanıyorlar. Yalan, sihir, nifak..
İşte yalanlarından biri... Hicreti takip eden
günlerde çıkardılar..
-Muhacirlerin nesli kesildi. Onlara büyü
yaptık. Bundan sonra çocukları olmayacak...
Mü'minler, fısıltı halinde dolaşan bu söze pek
inanmıyorlar ama yine de zihinlere bir soru takılıyor. "Ya dedikleri
olursa!"Onların bir yalancı oldukları Hazreti Ebu Bekr'in kızı Esma'nın bir
erkek çocuğu olması ile anlaşıldı.. Esma, radıyallahü anha, bebeği önce Allah'ın
Resulüne getirip kucağına bıraktılar.
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve
sellem, bir hurma istediler. Ve hurmayı çiğnedikten sonra bebeğin damağına
sürdüler ve salih, ömürlü ve hizmet ehli olması için dua
buyurdular...
...Mü'minler, doğum üzerine rahat bir nefes
almışlardı...
......Bu ilk "sihir" sözleri yalandı ama
şimdiki sahi:
Resulullah rahatsızlar.
Yapılan araştırma gösterdi ki Efendimiz'e
sihir yapılmış...
...Peygamberimizin tarağından düşen bir mikdar
saç okunup üflenerek bükülmüş ve buna onbir tane düğüm atılmıştı...
Büyüyü yapan mı?
Zürayk yahudilerinden Lebid bin
A'sam.
Bu şahıs, sihir yaptıktan sonra onbir düğüm
atılmış saçları bir şeylere sararak Zi-Arvan kuyusuna bırakmıştı...
...Cebrail aleyhisselam geldi:
"Kul euzü birabbil felak" ve "Kul euzü
birabbinnas" surelerini getirmişti.
Büyü yapılmış saçların atıldığı yeri bildirdi
ve; sihirlenmiş saçlardan bulunarak bu surelerin onlara okunmasını
söyledi.
Efendimiz, Hazreti Ali'yi gönderdiler. Ali,
kerremallahü vecheh, kuyunun dibinde düğümlenmiş ve bezlere sarılmış saçları
bulup getirdiler...
Hemen sureleri okumaya başladılar. Her
okuyuşta bir düğüm çözüldü...
...Allahın Resulü rahatladılar..
Mekke, hep sabır dönemi... Müminler az... bu
azlık sebebiyle müslümanların sayıca kendilerinden mukayese edilmeyecek kadar
fazla düşmanla cihad etmeleri imkânsız...
Bu yüzden çekilen azap, işkence ve zulüm
tahammül edilmez noktalara varınca mecburen Hicret vaki oldu... ama Mekke
müşrikleri rahat durmuyorlar. Çevre kabileleri, yahudileri, Medine müşriklerini
hem tehdit, hem tahrik ediyorlar. Bu korkutma ve kışkırtmaların bir sebebi var:
Sevgili Peygamberimiz'in, sallallahü aleyhi ve sellem, hayatına son vermek. Zira
O, şimdi üstelik Medine'ye gitmeyi başarmış ve kendine inananların başına
geçmiştir.
Mekke kafirleri, tehlikeyi daha da geç
kalmadan ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu yüzden tehditler durmuyor. Yolda-belde
yakaladıkları müminlere yine eski dinlerine döndürmek için işkenceler
yapıyorlar.
Bu mazlum ve mağdur kahramanlar,
Peygamberimize gelerek:
-Ey Allahın Resulü işte müşriklerin
yaptıkları. Halimize bakın...
Dediklerinde Sevgili Peygaberimiz, acıları
kalbine gömerek şöyle buyuruyorlardı:
-Sabredin. Henüz cihad için izin
gelmedi...
İfadeden anlaşılan o ki bu iznin gelmesine
fazla zaman da yok. "Henüz" dendiğine göre beklenen müsade yakında
verilecektir.
Bu sebeple Eshab-ı Kiram duadalar. Gözyaşı
döküp yalvarıyorlar:
-Ya Rabbi! Düşmanın olan şu müşriklerle cihad
etmekten daha kıymetli bir şey bilmiyoruz. O müşrikler ki Habibinin
Peygamberliğini kabul etmeyerek ana-ata yurdu Mekke'yi terke mecbur
ettiler....
Allahım! Ey duaları kabul eden Rabbimiz Mekke
müşrikleri ile harbetmemize müsaade buyur.
Sevgili Peygamberimizse sabırla adım adım
gidiyorlar:
...Akabe'de Medine müminlerinden söz almak,
biat, sonra Hicret, sonra Muhacirleri kendi aralarında kardeş yapmaları, sonra
Mekke ve Medine müslümanlarını kardeş yapmaları, sonra Medine'deki gayrı müslim
unsurlarla anlaşmalar yaparak onları tarafsızlık konumuna getirmek, sonra
devletin sınırlarının tayini, bu sınırları içinde bazı hareketleri izne
bağlamak, müminleri ekonomik bakımdan kuvvetlendirecek tedbirler
almak...
Düşman, amansız; zalim ve gaddar.
Çokluklarına, mallarına-mülklerine zenginliklerine güveniyorlar..
Bir çarpışma olsa müminleri silip
süpüreceklerine öyle eminler ki...
Bu kibir kumkumaları, neye nasıl inanır ve
güvenirlerse güvensinler... Müminler, o asalet abideleri, Allah'a ve Resulüne
inanıyorlar....
Ve işte Cebrail aleyhisselam geldi; vahiy
geldi... Cihad müsaadesi geldi...
Bundan sonra yeryüzü şahid olsun, savaş atlar
şahid olsun, güneşte yıldır yıldır yanan çifte su verilmiş o yaman kılıçlar
şahid olsun ki, savaş neymiş, can neymiş, gaye neymiş, ölmek neymiş...
görülsün..
Yüce Allah buyuruyor ki:
-Size karşı harb açanlarla, siz de Allahü
teâlâ'nın yolunda çarpışın. Fakat haddi tecavüz edip, aşırı gitmeyin. Muhakkakki
Allahü teâlâ, aşırı gidenleri sevmez. Onları nerede bulursanız öldürün. Onlar
sizi (Mekke'den) çıkardıkları gibi siz de onları çıkarın. Onların Allah'a ortak
koşma fitneleri adam öldürmekten daha kötüdür. Onlar mescid-i Haram'da sizinle
çarpışmadıkça siz de orada kendileriyle savaşmayın.
Cenab-ı Hak, ayrıca yardım
vaadediyor:
-Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeğe her
yerde her zaman kadirdir.
Ve şimdi de sıra devletin hudutlarına
nöbetçiler dikmekte. Ani bir saldırı vukuunda habersiz kalmamak için düşman
gözleniyor..
Hicret üzerine aziz Sahabi Hazreti Ebu Bekr
dememişler miydi:
-Onlar Peygamberi zorla Mekke'den çıkardılar.
İnna lillah inna ileyhi raciun. Onlar muhakkak helak olacaklardır.
Hudutları nöbetçiler beklerken, beride
atlarkıpır kıpır; atlar eşiniyor yeni zamanlara doğru. Gerilmiş yaylar gibi
ufuklara koşmak için.
Beş kişiden dörtyüz kişiye kadar olan askeri
birliklere "seriyye" deniyor.
Seriyyeler, keşif, takip-baskın küçük çaplı
vuruşmalara çıkıyor.
Seriyyelerin akınlarına Sevgili Peygamberimiz
iştirak etmiyorlar.
Efendimizin iştirak ettikleri seferlerin ismi
"gaza"Efendimiz, yirmiyedi gazaya çıktılar. Bunlardan dokuzunda silahlı mücadele
oldu... Bedir, Uhud, Müreysi, Hendek, Kurayza, Hayber, Mekke'nin Fethi, Huneyn,
Taif...bu dokuz savaşta bizzat savaştılar.
Abdullah bin Amr, radıyallahü anh, Sevgili
Peygamberimize gelerek:
-Ya Resulallah bana cihadı anlatır mısınız?
Deyince,
Efendimiz:
-Ey Abdullah bin Amr! Eğer sen, Allah rızası
için sıkıntılara katlanarak çarpışırsan Allah, seni kıyamet günü o hal üzere
diriltir. Eğer gösteriş için, övünmek için, çarpışırsan Allah, seni kıyamet günü
o hal üzere diriltir... hasılı sen Hangi niyetle öldürür veya öldürülürsen Allah
da seni o hal üzere diriltir.
Başka birisi de şunu sordu:
-Ey Allahın Resulü! Allah yolunda cihad etmek
ne demektir?
La ilahe illallah Muhammedün Resulullah
sözünün yeryüzünde daha çok yayılması; Allah isminin daha çok yücelmesi için
çarpışmaya Allah yolunda cihad etmek denir, buyurdular.
Bir sahabi de şunu sordular:
-Ya Resulallah! Allah yolunda çarpışan ve aynı
zamanda dünya mallarından bir şeyler elde etmek isteyen bir şahıs için ne
dersiniz?
Sevgili Peygamberimiz cevap olarak buyurdular
ki:
-Ona ecir ve sevap yoktur.
Sualin sahibi sahabi, dinleyenler tarafından
iyice anlaşılsın diye soruyu üç kere tekrarladı. Her üçünde de cevap aynı
oldu:
-Ona ecir ve sevap yoktur...
...Gaye açık!Silah ancak ve sadece Allah için
çekilir.... ama nasıl kullanılır?
...kime çekilir?
Bir küçük askerî takım veya büyük bir ordu
hangisi olursa olsun...
Allahın Resulü asakir-i islamı/islam askerini
cihad için uğurlarken nasihat buyuruyorlar:
Sanki zaman durmuş; sanki nefesler tutulmuş
herkes, her şey O'nu dinliyor; al atlar, doru atlar, cins arap atları
bile.
-Allah'dan korkunuz ve emrinizdekilere adalet
ve merhametle muamele ediniz.
-Allah yolunda O'nun ismi ile cihada
çıkınız.
-Allah'ı inkar edenlerle
çarpışınız.
-Savaşırken haddi aşmayınız.
-Ahdi bozmak, ahde vefasızlık gibi
hareketlerden sakınınız... kulak-burun kesmek gibi işkenceler yapmayınız,
çocukları, yaşlıları, hizmetçileri, köleleri ve din adamlarını
öldürmeyiniz.
Bir yeri fethedince düşmanı önce islama davet
ediniz, kabul etmezlerse cizye vermeye razı olmalarını isteyiniz, bunu da
reddederlerse ölümü haketmiş olurlar....eğer bir yerde mescid varsa veya bir
ezan sesi işitilirse orası bir islam beldesidir. Böyle bir yerde kılıç
çekilmez...
Evet; O'nun, aleyhissalatü vesselam, mubarek
nasihatlerinden çıkan netice o ki; silah, islam düşmanlarına karşı kullanılır.
Ve had aşılmaz.
Sınırlarda nöbetçiler beklerken İslam
Devletinin haber alma teşkilatı da çalışmaya başladı.Hicretten altı-yedi ay
geçmiş durumda.Tehditleri durmayan ve müslümanlara Hac yolunu kapayan
müşriklerin Şam'la irtibatları kesilerek iktisadi bakımdan zayıflatılmaları
lâzım.
İşte ilk istihbarat:
Şamdan dönen bir Kureyş kervanı Medine
yakınlarından geçiyor.
Peygamberimiz, derhal aziz arkadaşlarını
toplayarak aralarında, Hamza bin Abdülmuttalip, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Ebu
Huzeyfe bin Utbe bin Rebia, Amr bin Süraka, Zeyd bin Harise, Kennaz bin Huseyn,
Mersed bin Kennaz ve azadlısı Enese'nin de olduğu otuz bahadırı
ayırdılar...
Efendimiz, Hazreti Hamzaya beyaz bir bayrak
vererek onu bu ilk seriyyeye kumandan tayin ettiler...
Ve önce O'na nasihatte bulundular:
-Ey Hamza! Düşmandan değil Allah'dan kork!
Emrin altındakilere iyi davran.Mubarek Peygamber sonra askerlere
döndüler:
-Allah yolunda O'nun ismini anarak gazaya
çıkınız. Allah'ı inkâr edenlerle çarpışınız...
.....Otuz sahabi, derhal silahlanarak
bineklerine atlayıp düşman istikametine akmaya başladılar.
Ebu Mersed'in taşıdığı beyaz bayrak en önde
rüzgarda dalgalanıyor...
İşte ilk Başkumandan: Sevgili
Peygamberimiz.
İşte ilk Kumandan: Hazreti Hamzaİşte İlk
Bayraktar: Ebu Mersed bin Kennaz.
İşte İlk Mücahitler: Otuz yaman
atlı.
Ve haber alındıki düşman kervanını içlerinde
Ebu Cehil'in de olduğu üçyüz atlı ve silahlı suvari koruyor.
Haber, İslâm askerini daha da
biledi...
Hazreti Hamza komutasındaki Seriyye, düşmana
Sif-ül Bahr'de yetişti...
Hamza, radıyallahü anh, askeri derhal
çarpışmak için mevzilendirdi...
Düşman da çarpışma düzenine girdi...ama
akıllarının almadığı bir şey vardı:
Kendilerinin onda biri olan bir kuvvet nasıl
karşılarına çıkma cesareti gösteriyordu... Buna başta Ebu Cehil olmak üzere
hepsi şaşmaktaydı...
Müşrikler, bu şaşkınlıkta iken Mecdi bin Amr
el Cüheni, öne çıktı:
-Ya Eba Cehil arap arasında böyle şeyler doğru
değildir. Bana izin verin gidip Hamza ile konuşayım. Lüzumsuz kan
akmasın...
-Akmasın. Lakin. Görüyorsun işte. Bir ticaret
kervanına saldırıyorlar.... Ya muhafızlar olmasaydı... Neticenin bu olacağı
belliydi zaten..
Doğru doğru... Fakat bir orta yol bulurum
herhalde...
-Git bakalım. Fakat fazla kalma. Meraktayız.
Biz çarpışmaktan korkmuyoruz. Bunu da bilsinler!!..
-Gecikmem tasalanmayın...
...Aslında Mecdi, mahsustan böyle konuşuyodu.
Aradaki kuvvet dengesizliğinden İslam birliği için endişe etmişti. Müslümanların
ağır mağlubiyet alacaklarını tahmin ediyordu... Mecdi bir mümin değildi.
Kendisinden arabuluculuk isteyen de olmamıştı ama; her ne hikmetse iki birlik
arasında gide gele, gide gele kan akmasının önüne geçti.
Mecdi, Hazreti Hamza'ya:
-Cesaretinizi cidden takdir ediyorum. Ne varki
hakikat de ortada Kureyş sizin on katınız..
-Biz düşmanın çokluğundan değil Allah'tan
korkarız...
-Siz bilirsiniz. Ancak şunu da düşünmenizi
isterim. Daha ilk çarpışmada yenilirseniz müslümanların istikbali tehlikeye
düşer...
...işte bu doğruydu.
Müminler, öyle hassas bir noktada bulunuyordu
ki ya galip gelecek ya galip geleceklerdi...
Mağlubiyet Medineyi de tehlikeye
atabilirdi...
....öyleyse küffara şimdilik bu gözdağı kâfi
görülmeliydi.
Dile kolay azap, işkence, zından ve Mekke'yi
terk mecburiyetinden sonra silahlanarak düşmanın önüne çıkmak... Öyleyse varılan
netice iyidir ve düşmanın huzurunu kaçıracak kadar güzeldir.Hazreti Hamza,
müsaade etti de müşrik kervanı ancak yoluna gidebildi..
Bu elbette hamdedilecek bir
neticedir...
...Medine'de sefer hakkında Resuller Resulüne
malumat verilirken Mecdi'nin yaptıkları da arz edilince Efendimiz memnun
kaldılar ve buyurdular ki:
-Hayırlı bir işe vesile olmuş.
Hicretten sekiz ay sonra. Şevval ayı.Bir
kervanın Mısır'a gitmek için Mekke'den çıktığı haberi Medine'ye gelince
Resulullah, sallallahü aleyhi ve sellem, seksen kadar sahabiyi seçerek başlarına
Ubeyde bin Hâris'i kumandan tayin ettiler...
Sevgili Peygamberimiz, Ubeyde radıyallahü
anh'a da beyaz bayrak vermişlerdi...
Büyük Peygamberden dua, nasihat ve taktik alan
müslümanlar, derhal müşriklerin olduğu yere doğru koşmaya başladılar.Rüzgârda
uçuşan bayrağın taşıyıcısı / alemdar, bu defa Mıstah bin Üsase radıyallahü
anh.
AnaSayfa ................... Cilt-8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder