Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam Efendimiz, şüphesiz bir
insan olmanın yanı sıra Allah'ın en son peygamberidir. O'nun, getirdiği dini
insanlara tebliğ ve açıklamak gibi bir misyonu da vardır. Her alanda en güzel
bir model olan Allah Rasûlü'nün tebliğ ve beyan vazifesini ifa ettiği esnada,
insanlarla iletişim kurmadaki becerisi şüphesiz önemlidir.
On beş asır öncesinin şartlarında tek başına çıktığı bir davada
çok kısa bir sürede on binleri etkileyen ve onlar üzerinde yaptırım gücü olan
bir şahsiyetin iletişim becerileri ve bu arada beden dilini kullanımı, taktir
edileceği gibi iletişim ve bu bilimin diğer dalları bakımından da araştırılması
ve üzerinde çokça çalışılması gereken bir husus olmalıdır.
Bir tebliğci sıfatıyla Peygamberin, iletişimde çok etkin bir
mesaj olan beden dilini nasıl kullandığı bugün bizim için daha bir önem
kazanmıştır.
Yürüyüş Biçimi
Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber; yürürken
ayaklarını sürümezler, adımlarını atarken yerden sertçe kaldırırlardı. Hareket
halinde iken sağa sola sallanmazlar, inişli yokuşlu engebeli bir arazide
yürürcesine hafifçe önlerine eğilirlerdi. Dimdik durup göğüslerini kabartarak
yürümedikleri gibi, koşar adımlarla yürürcesine hızlı da yürümezlerdi. Fakat,
Allah'ın kendilerine bir lutfu olarak, uzun mesafeleri kısa zamanda
katederlerdi.
Oturuş Biçimi
Peygamber Efendimiz'in oturuş şekillerine dair bize intikal eden
vesikalar ise, hadis metinleri arasına serpiştirilmiş durumda olup, şu
şekillerden oluşmaktadır:
Kurfesâ biçiminde oturuş: Türkçe karşılığını tam olarak
bulamadığımız bu oturuş biçimi şöyledir; insanın oturağı üzerine oturarak,
dizlerini, karnına doğru iyice çekip kolları arasına aldıktan sonra ellerinin
önden bağlanması şeklinde bir oturuştur. Buna, bir nevi destekli oturuş
denebilir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in zaman zaman bu şekilde oturduğunun
görüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır.
Bağdaş Kurma: Ebû Davud'un kaydettiği bir rivayete göre, "Hz.
Peygamber, sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar bağdaş
kurarak otururdu".
Çömelme: "İhtifâz" veya "ik'â" kelimeleriyle ifade edilen bu
oturuş şeklinin, daha çok yemek yerken kullanıldığı görülmektedir.
Ayağını sarkıtarak oturma: Hadis metinleri arasında, Hz.
Peygamber'in bir kısım ashabı ile birlikte, bir kuyu bileziğine oturarak
ayaklarını kuyu boşluğuna sarkıttıklarına dair rivayetlere de
rastlanmaktadır.
Diz çökme: Hz. Peygamber'in oturuş tarzlarına yer veren
kaynaklarda, diğerleri gibi ayrı bir başlık altında, diz çökerek oturduklarına
dair rivayetlere rastlanmamaktadır. Ancak, hadis metinlerinin sebeb-i vürûd
kısımları ile ashabın hayatını anlatan Tabakat kitaplarının satırları arasında
bu durumu tesbit etmek mümkün olabilmiştir. Diz çökme, Zat-ı Risalet'in mutad
oturuş tarzıdır. Bu sebeple ashabdan birisinin: "Ben, Peygamber Efendimiz'i diz
çökmüş vaziyette gördüm" demesi, bilineni tekrar bildirmek olurdu ki, bunun da
ilgi çekici bir yönü kalmazdı.
İşte ashabın görüp anlattığı diğer oturuş tarzları, onların
zaman zaman ve nadiren Rasûlullah'ın şahsında müşahede ettikleri oturuş
şekilleridir. Peygamber Efendimiz, hayatının çeşitli safhalarında yerine göre,
yukarıda yedi madde halinde sıralanan şekillerin hepsi ile de oturmuş ve böylece
O’na her açıdan benzemek isteyen ümmetini, belli bir şekille bağlamamış ve
onları tek tip oturuşla sınırlamamıştır.
Dayandığı Eşyalar
Peygamber Efendimiz: "Üç şey vardır ki, geri çevrilmez: Yastık,
güzel koku ve süt!" buyurmuşlardır.
Rasûlullah Efendimiz, sohbet meclislerinde ve uzun müddet oturma
durumunda kaldıkları hallerde, kollarının altına bir "yastık" alarak
yaslanırlardı.
Hz. Peygamber'in, yerden biraz yüksekçe ve hurma yaprağından
örülmüş "serir" adı verilen bir eşya üzerine oturduklarına dair bilgilere de
sahip bulunuyoruz.
Peygamber Efendimiz'in, demir veya tahta ayaklı bir kürsü
üzerine oturduklarının görüldüğüne dair belgeler de bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, o günün toplumunda revaçta bulunup da varlık
gösterisine kaçmamak kaydıyla kendisine ikram edilen bütün eşyaların üstüne
oturmayı reddetmemiştir. Nitekim misafirliğe gittikleri yerlerde, yerine göre,
altına atılan halı veya keçeden mamul minder üstüne oturmuş, yerine göre ikram
edilen mindere oturmayarak, kuru tahta veya çıplak toprak üzerine
ilişivermiştir.
Konuşma biçimi
Hz. Peygamber'in en bariz özelliklerinden biri de, O'nun
konuşmasındaki güzellik ve mükemmellikti. Peygamber Efendimiz: "Ben, az-öz söz
söyleme (cevami'ul-kelim) özelliği ile donatılmış olarak gönderildim." (Buharî,
VIII, 76, 168; en-Nihaye, I, 295) buyurmuştur. Yetiştiği çevre de, Peygamber
Efendimiz'in fasih konuşmasında büyük rol oynamıştır.
Hz. Peygamber tane tane, açık-seçik ve herkesin anlayabileceği
bir tarzda konuşurlardı. O kadar ki, dinleyenler eğer kelimelerini saysa, onları
teker teker sayabilirlerdi. Yerine göre de, konuşması sırasında geçen önemli
cümlelerini üçer defa tekrar ederlerdi.
Yerine göre bir vaiz, bir müftü, bir hakim; yerine göre bir
muallim, bir terbiyeci, bir aile reisi; duruma göre bir diplomat, bir kumandan,
bir fatih, bütün bunların yanında geniş dostluk çevresi olan bir cemiyet adamı
gibi sıfatlarla karşımıza çıkan Hz. Peygamber; dost-düşman, müslim-gayr-i
müslim, zengin-fakir, büyük-küçük, kadın-erkek her kesimle muhatap olmuştur.
Peygamber Efendimiz, sohbet ederlerken; ashabına karşı daima
mütevazı bir kardeş, şefkatli bir öğretmen ve merhametli bir baba gibi
davranmış; bazı muaşeret kaidelerini (görgü kuralları) öğretmeyi arzu ettikleri
zaman da, onlara, tatlı bir üslupla hitap etmiştir. Söyleyeceklerini bazen
şakacı bir tarzda; bazen gönül alıcı, sevindirici, ümit verici ve teşvik edici
bir biçimde; yerine göre kinayeli, teşbihli, ufuk açıcı ve düşündürücü bir
üslupla söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'in topluluk karşısındaki konuşmalarının tonu da
üslubu da çok farklıdır. Kaynaklar, bu tür konuşmalar için "hutbe" kökünden
türetilmiş tabirler kullanırlar. "Veda Hutbesi" dışında diğer hitabe tarzındaki
konuşmaların içerisinde bu kadar uzununa rastlanmamaktadır.
Halka hitaben yaptığı konuşmalarda, gözleri kızarır, sesinin
tonu yükselir ve heyecanı iyice artar; konuşmalarını yaparken, elinde, hem
dayanmakta, hem de öteye beriye işaret etmekte kullanılan "mıhsara" denen (asa,
baston, değnek, çöp türünden) bir çubuk bulundururlardı.
Hz. Peygamber, bilhassa lüzumsuz aşırılıkları, İslam'a söz
getirebilecek ölçüsüz davranışları ve temel prensipleri zedeleyici hareketleri
hiç hoş karşılamazlar; bu türden olaylar kendisine intikal ettikçe üzülürler,
öfkelenirler, açıktan tavır takınırlar ve sert bir dille ikaz ederek bunları
önlemeye çalışırlardı.
Hz. Peygamber'in değişmez bir tavrı vardı: Normal insanda bile
hoş karşılanmayan; kaba, kırıcı, küçük düşürücü, hakaret edici, ölçüyü kaçırıcı
türden bir konuşma ve hitap tarzı, O'nun şahsiyetinde hiç yer bulmamıştır.
El - Kol Hareketleri (Jestleri)
Hz. Peygamber'in iletişim esnasında yaptığı işaretler
incelendiğinde O'nun el ve parmaklarını daha çok kullandığı görülmektedir.
a. Eller: Allah Rasûlu, özellikle eğitim ve öğretim
sayılabilecek hitaplarında jestleriyle de konuşmalarına bir canlılık getirmiş ve
dinleyenlerin dikkatini konu etrafına toplamayı başarmıştır. Nitekim çoğu zaman
yanında taşıdığı asası ile konuya canlılık getiren jestler yapmıştır. Bir gün
minberde konuşurken elindeki asa ile minbere vurarak: "Bu Taybe'dir (Medine). Bu
Taybe'dir. Dikkat edin! Buna Mekke ile Medine'ye Deccal'ın giremeyeceğini size
anlatmıştım." buyurmuştur.
Hz. Peygamber anlattığı konuyu dinleyenlerin zihninde
canlandırmak için soyut kavram ve ifadeleri somut hale getirmiş ve
muhataplarının anlayacağı seviyeye indirgemiştir. Cennete ilk giren kimsenin
kendisi olacağını anlatırken, cennetin kapısını nasıl çalacağını hareketleriyle
izah etmeye çalışmıştır. Bu olaya şahit olan Enes b. Malik,
Hz. Peygamber'in "Cennetin kapısını ilk defa çalan ben
olacağım." derken eliyle sanki bir kapıyı tıklıyormuş gibi kapı halkasını tutup
çaldığı hâlâ gözümün önünde, demektedir. Hz. Peygamber kader konusunda ashabına
bilgi verirken eliyle sakalını tutmuştur. Hadis şarihleri bu davranışın O'nun
teslimiyetini anlattığını; zira eliyle sakalı tutmanın o dönemde Araplar
arasında teslimiyeti ifade ettiğini bildirmektedirler.
Hz. Peygamber, eğitim - öğretim esnasında ellerini mükemmel bir
şekilde kullanmıştır. Nitekim ilim bakımından sahabenin ileri gelenlerinden
Abdullah b. Mesud, Hz. Peygamber'in kendisine teşehhüd duasını öğretirken elini
tuttuğunu haber vermektedir. Bir başka rivayette ise elleri yerine saçını
tuttuğu bildirilmektedir.
Hz. Peygamber, önemli gördüğü şeyleri yeri geldiğinde eliyle
işaret ederek söylerdi. Örneğin, Ensar'dan bir zat Hz. Peygamber'e, "Ya
Rasûlallah! Senden bir takım sözler işitiyorum ancak ezberleyemiyorum."
dediğinde Allah Rasûlu ona, "Sağ elinden yardım al." demiş, bunu söylerken de
eliyle yazı yazar gibi yapmıştır. Yine Peygamber'in eliyle işareti hususunda
sahabeden Abdullah b. Amr'ın anlattığı şu olay da güzel bir örnek teşkil
etmektedir. Abdullah şöyle anlatıyor: Rasûlullah'tan duyduğum her şeyi
yazıyordum. Bir müddet sonra Kureyşliler'den bazıları beni bundan alıkoymak
istedi; "Allah Rasûlu bir beşerdir. O kızgınlık halinde de neşeli haldeyken de
konuşurken sen nasıl olur da her şeyi yazarsın." dediler. Ben bu durumu
Rasûlullah'a arz ettim. Elini ağzına götürerek, "Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz." buyurdu.
Allah Rasûlu bir gün cemaate yatsı namazı kıldırıyordu. Ancak
namazı dört rekat yerine iki rekat kıldırdı ve selam verdi. Sonra kalktı
mescidin içerisinde yere konmuş ahşap bir sedir gibi bir şeye yaslandı. Sanki
kızgın gibiydi. Sağ elini sol elinin üzerine koydu ve ellerinin parmaklarını
birbirine kenetledi, sağ yanağına da sol elinin dışına dayadı. Namaz bitti diye
acele edip mescidin dışına çıkanlar birbirlerine namaz mı kısaldı şeklinde
sordular. Aralarında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de vardı. Ancak onlar da bir şey
konuşmaktan çekiniyorlardı. Sahabe arasında elleri uzun olduğu için kendisine
"Zülyedeyn" lakabı verilen kişi Peygamber'in yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Sen
mi unuttun yoksa namaz mı kısaldı?" diye sordu. Allah Rasûlu de, "ne ben
unuttum, ne de namaz kısaldı" buyurdu ve yanındakilere, "Zülyedeyn'in dediği
doğru mu?" diye sordu. Oradakiler "evet" deyince kalktı namazını tamamladı ve
sehiv secdelerini yaptı. Bu olayda Hz. Peygamber kendisinin üzüntülü ve
düşünceli olduğunu sözle ifade etmese de
O'nun hareketlerinden yani beden dilinden bu durum gayet net
olarak anlaşılmaktadır.
b. Parmaklar: Hz. Peygamber'in Arafat'ta yüz bin civarında
insana karşı veda hutbesini irad ettikten sonra "tebliğ ettim mi?" şeklinde
sorduğu ve sonra da şahadet parmağını insanlara çevirerek "Şahid ol Allah'ım!"
dediği bilinmektedir. Yine O, Muaz b. Cebel'e tavsiyede bulunurken dilini eliyle
tutarak "İşte bunu muhafaza et." demiştir. Rasûlullah, Muaz b. Cebel'e sadece
sözle "dilini muhafaza et" diyebilirdi; ancak burada da görüldüğü gibi daha
etkili olan görsel metodu kullanmıştır.
Abdullah b. Ebî Evfâ'dan rivayet edildiğine göre, bir yolculuk
esnasında Hz. Peygamber, hizmetindeki birine güneş battığı bir sırada, "içecek
bir şeyler ver iftar edeceğim." dedi. Adam, "Ya Rasûlallah! Hâlâ gündüz
aydınlığı var. Simdi iftar olur mu?" diye şaşkınlığını arz etti. Hz. Peygamber
tekrar içecek istedi; adam aynı şeyleri söyledi. Peygamber üçüncü kez isteyince
adam içecek getirdi. Allah Rasûlu orucunu açtı ve eliyle doğu tarafını
göstererek bir hat çizer gibi, "Bak! Akşam bu taraftan böyle karardığı vakit
oruçlu iftar eder." buyurdu.
Hz. Peygamber Ramazan orucu için hilalin gözetilmesinden ve
kamerî ayların 29 ve 30 gün çektiğinden bahsederken, "Biz ümmî bir topluluğuz;
yazı yazmayı, hesap yapmayı bilmeyiz. Ay şu kadar, şu kadardır." demiş ve iki
elinin parmaklarıyla üçer kez işaret ederek bir defasında 30, diğer seferin
üçüncüsünde bir baş parmağını kapatarak 29'a işaret etmiştir.
Müminlerin birbirine sahip çıkmalarını ve aralarında olması
gereken ilişki ve samimiyeti anlatırken "Müminler tıpkı bir bina gibidir.
Birbirlerine destek olur ve ayakta tutarlar." demiş, bu sözleri söylerken de iki
elini parmaklarını birbirine kenetlemiştir. O bu hareketiyle birlik ve
beraberliğin önemini mükemmel bir üslupla anlatmıştır.
Mimikleri
Edeb bakımından insanların en güzeli olan Allah Rasûlu çok kibar
ve nazik biriydi. O'nun engin şefkat ve merhamet hisleri, içindeki duygularını
anında dışa yansıtır, pek çok düşüncesi yüz ifadesinden âdeta okunurdu.
a. Yüz ifadesi: Rasûlullah'ın konuşması mimiklerle ayrı bir
değere ulaşır. Muhatapları kendine hitap eden Rasûlullah'ın söyleyeceği sözleri
O'nun yüzünden de okuma imkanını bulmuştur. Daha söze başlamadan önce nasıl, ne
tarzda bir konuşma yapacağının kestirildiği zamanlar olmuştur. Hz. Peygamber
kızdığı zaman alnının ortasındaki damar şişer, gözleri kızarırdı. Sahabe,
Peygamber'in kızdığını böylece anlarlardı. Bir gün Hz. Âişe'nin yanına
girdiğinde onun yanında yabancı birini görünce hoşlanmamış ve bunu da yüz
ifadeleriyle hissettirmişti. Hz. Âişe de o kişinin süt kardeşi olduğunu
açıklamıştır.
Diğer taraftan Ka'b b. Malik, tövbesinin kabulünü anlatırken
Rasûlullah'ın kendini sevinçten parlayan bir yüzle karşıladığını ve söyle
dediğini söylemektedir: "Anandan doğduğundan beri senin için en hayırlı günü
müjdelerim bu günü."
b. Kaş göz işaretleri: Hz. Peygamber bir kimseyi kötüleyecek
şekilde kaş göz işareti yapmaz bunun yapılmasına müsaade de etmezdi. Mekke'nin
fethinden sonra ölüm emri verilenlerden Abdullah b. Sa'd b. Ebi's-Serh, Hz.
Peygamber'in huzuruna gelerek eman diledi ve beyat etmek üzere Hz. Peygamber'in
eline sarıldı. Rasûlullah onun beyatini almadı ancak üçüncü kez istemeyerek
kabul etti; adam da öldürülmekten kurtuldu. Daha sonra Hz. Peygamber ashabına,
"Benim davranışımı gördüğünüz halde neden adamı öldürmediniz?", diye sitem etti.
Ashab, "Ya Rasûlallah! Bize bir göz işareti yapsaydın onun işini bitirirdik."
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Biz peygamberlere gözlerine hıyaneti
yakışmaz." buyurdu.
Duruşu Biçimi
Şüphesiz Hz. Peygamber'in beden dili denildiğinde ilk akla gelen
O'nun duruşudur. Susmasının dahi dini açıdan bir anlamı olan Allah'ın elçisinin
duruşuyla oluşturduğu imaj O'nun gerçek ve en etkili yüzüdür ki, bu bir yönüyle
de ahlakı olarak tezahür etmiştir. O'nun ahlakı ise âdeta canlı bir Kur'ân'ı
temsil etmektedir. Dolayısıyla O duruşuyla bir anlamda bize Kur'ân'ın öngördüğü
insan tipini de göstermiş olmaktadır.
a. Giyim Kuşamı: Hz. Peygamber çeşitli renk ve desenlerde
elbiseler giymiştir. Ancak O'nun daha çok beyaz renkli elbiseleri tercih
ettiğini biliyoruz. O toplumda diğer insanların giydiği kıyafetleri giymiş,
elbisenin temiz ve yırtıksız olmasına dikkat etmiştir. Yün, keten ve pamuklu
giysiler giymiş ancak ipek kumaştan yapılmış elbiseleri kullanmamıştır.
Rasûlullah daima güzel kokar, saç ve sakalının bakımına son derece dikkat
ederdi.
b. Kişisel mesafe: Hz. Peygamber eşlerine, çocuklarına ve
torunlarına daha bir yakın durmuş, yakınlık derecesine göre bu duruşunu
ayarlamıştır. Kızı Hz. Fatma'yı alnından öpmesi, onun yatağına oturması ve
torunu Hz. Hasan ve Hüseyin'i kucaklayarak öpmesi, O'nun fiziksel teması
kullanmasını gösterdiği gibi, aynı zamanda yakınları ve mahremleri için kişisel
alanlardan mahrem bölgeyi kullanmasına da güzel bir örnek teşkil etmektedir.
O, biriyle konuştuğu zaman onun yüzüne bakar, elini tutmuşsa o
bırakmadıkça bırakmaz, karşısındaki yüzünü başka tarafa çevirmedikçe O
çevirmezdi. Hatta bir adam bir şey söylemek gayesiyle Rasûlullah'ın kulağına
fısıldayarak bir şey konuşsa, adam başını uzaklaştırmadan Rasûlullah başını
uzaklaştırmazdı.
Müslümanların birbirine güler yüzle bakmasını öğütleyen Hz.
Peygamber, yüzünden sürekli tebessümü eksik etmezdi. Rasûlullah kendisine
kötülük yapan düşmanlarını bile sükunetle dinlemiş, konuşma sırası kendine
geldiğinde söz alarak konuşmasına başlamıştır. Nitekim, bir defasında Utbe b.
Rebia ile yaptığı bir görüşme esnasında, "Söyle Ebû'l-Velid! seni dinliyorum."
demiş, Utbe sözlerini bitirip susunca, "Sözlerini bitirdin mi? ey Ebû'l-Velid!"
diye sormuş, "evet" cevabını aldıktan sonra: "O halde sen de beni dinle."
diyerek söze başlamıştır.
Hz. Peygamber yürürken aciz ve tembeller gibi yürümez sert
adımlarla yürürdü. Ardından gelen kimse kendisine kolay kolay yetişemezdi. Hafif
öne eğik gibi yürür, arkasından seslenildiğinde sadece boynunu çevirmez bütün
vücuduyla dönerdi.
İhtiyaç olmadıkça konuşmayan Allah Rasûlu'nun bazen uzun süre
suskun durduğu görülürdü. O'nun bu sessizliğinin hilm sıfatından, insanları
yaptıklarından sakındırmak istemesinden, takririnden ya da tefekkürden
kaynaklandığı bildirilmektedir.
c. Vücut teması: Hz. Peygamber vücut temasını da yeri geldikçe
çok güzel bir biçimde kullanmıştır. O'nun uzaktan gelen sevdiği insanları veya
çok yakın akrabalarını kucakladığı, bazen de öptüğü ve bağrına bastığı
bilinmektedir. Nitekim Cafer b. Ebî Talib Habeşistan hicretinden Medine'ye
dönüşünde, Hz. Peygamber de Hayber'in fethinden henüz yeni gelmişti. On üç yıl
aradan sonra Cafer, Peygamber'in huzuruna girdiğinde, Rasûlullah Cafer'i
kucaklayarak iki gözünün arasından öpmüş ve şöyle demişti: "Hayber'in fethine mi
yoksa Cafer'in gelişine mi daha çok sevindiğimi bilemiyorum."
Kur'ân-ı Kerim'de de zikredildiği gibi Hz. Peygamber, Müslüman
olanlardan "beyat" alırken ellerini onların elleri üzerine koymuş öylece söz
almıştır.
Rasûlullah insanlarla vücut teması kurarak onlarla olan
samimiyetini daha çok pekiştirmiş olmaktadır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber'in, çocuklarla iletişim kurabilmek
için onların anlayacağı ya da sevineceği şekilde davrandığı görülmektedir. Zaman
zaman onları devesine bindirerek gezdirir, onlara nasihat eder, onların saçını
okşar, onlara şaka yapardı. Hatta bir defasında abdest alırken abdest suyunu
ağzına alıp yanındaki çocuğun yüzüne püskürttüğü bile olmuştur. O'nun bu yakın
teması ve doğal davranışı çocukların ilgisini çekmekte ve kendisini sevmelerine
zemin hazırlamış olmaktadır.
Gülüş Biçimi
Kaynakların ittifakla kaydettiklerine göre, Rasûlullah
Efendimiz, yaradılıştan beşûş çehreli, yani güleç yüzlü idi. Tebessüm denen
"gülümseme", O'nun mübarek yüzünden hiç eksik olmazdı. En sıkıntılı anlarında
bile, üzüntülerini belli etmezler, yanındakilerin içlerini karartacak bir tavır
sergilemezlerdi. Bilhassa sevdikleri kimselerle karşılaştıklarında, öylesine
tebessüm ederlerdi ki, böyle anlarda, yüzleri ay gibi parıldardı.
Bu tabii halleri dışında, Rasûlullah Efendimiz'in, bir de
gülüşleri vardı. Hadis kaynakları, O'nun nelere ve nasıl güldüklerine dair pek
çok vesika kaydetmişlerdir. Özellikle Âişe (ra) validemiz, Peygamber
Efendimiz'in gülüş tarzlarını şu şekilde anlatmışlardır: "Rasûlullah
Efendimiz'in küçük dili gözükecek şekilde, kendinden geçercesine güldüklerini
hiç görmedim. O'nun gülüşü, tebessüm şeklinde idi." (Buharî, el-Cami'us-Sahih,
VII, 94-95; el-Edeb'ül-Müfred, s.97, nu:251).
Hz. Peygamber'in diğer sahabilerinin bir çoğu da, çeşitli
münasebetlerle, O'nun bu gülüş tarzını anlatırlarken "...öyle ki, azı dişleri
gözükecek derecede güldüler!" şeklinde bir ifade kullanmışlardır. Bu gülüş
tarzında, dişler gözükür; fakat ses işitilmez. İşte bu, Peygamber Efendimiz'in
gülüş tarzıdır.
Şakaları
Enes b. Malik (ra): "Rasûlullah Efendimiz, çocuklara karşı,
insanların en çok şaka yapanı idi." (Taberanî, el-Mucemu's-Sagir, II, 39; İbnu'l
Esir, en-Nihaye. III, 466). "Peygamber Efendimiz, insanlar içinde, hanımlarına
en çok şaka yapan kimse idi." (İbn'ul Esir, en-Nihaye. III, 466; Gazali, İhya,
III, 129) der.
Peygamber Efendimiz; daha çok, çocuklara; hanımlarına; fakir
fukara zümresine ve çevresinden sevgi bekleyenlere şaka yapmıştır. "Arkadaşınla
ağız kavgası yapma; ona şaka da yapma; bir söz verip tutmamazlık da etme!"
buyurunca, çevresindekiler tarafından: "Ama ya Rasûlallah, siz de şaka
yapıyorsunuz!" diye sorulduğunda: "Evet, ben de şaka yaparım; fakat ben (şaka
yaparken bile) sadece hakikati söylerim." (Buharî, el-Edeb'ül-Müfred, s.102,
nu:265; Tirmizî, Sünen IV, 357, nu:1990). cevabını vermişlerdir.
Enes b. Malik (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz bana, "İki
kulaklı!" diye hitabetti." (en-Nihaye, I, 34).
Tirmizî'nin hocası Mahmud b. Gaylan, kendi hocası Ebû Üsame'nin
bu haberi açıklayıcı mahiyette: "Yani Hz. Peygamber, Enes'e şaka yapmıştır."
dediğini söylemiştir.
Sonuç
Hz. Peygamberin duygu ve hisleri kimi zaman gözyaşı olmuş, kimi
zamanda alnında kabaran bir damar olarak ortaya çıkmıştır. Bir şeye işaret
ettiğinde elinin tamamıyla işaret ederdi. O, dili kötülüklerden korumak
gerektiğini anlatırken dilini eliyle tutarak göstermiş; takvanın yerinin kalp
olduğunu söylerken de eliyle sol göğsüne işaret etmiştir. Bir şeye şaşırdığında
elini ters çevirir havaya doğru açardı. Konuşurken avuçlarını bir araya getirir
ve sağ elinin ayasını sol başparmağının iç tarafına vururdu.
Yapmacık hareket etmeyen, göz boyamaya ve gösteriş yapmaya
çalışmayan bir insanın tabi olan yüz ifadeleri neyse Peygamberin içinden
geçirdikleri de aynı şekilde yüzüne yansımaktaydı. Kızdığında yüzünü başka
tarafa çevirirdi. Sevindiğinde gözlerini indirirdi. Onun gülmesi çoğunlukla
tebessüm idi. Gülerken de dişleri dolu taneleri gibi görünürdü.
O her yönüyle mükemmeldi..
Kaynak:
Peygamberimiz'in Şemaili, Prof. Dr. Ali Yardım, Damla Yayınları,
İstanbul 2005.
Hz. Peygamberin Şemâili, Prof. Dr. İbrahim Bayraktar, İstanbul
1990.
Hz. Peygamberin Beden Dili, Doç. Dr. Mustafa Karataş, Nun
Yayıncılık, 2008.
Selam ve dua ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder